Saturday, November 10, 2007

Monday, June 18, 2007

2 hafta su altındaki bir kutu içinde yaşadı


Avustralyalı bir bilim adamı, 2 hafta su altında çelik bir kutu içinde kaldı.
Deniz biyoloğu Lloyd Godson (29), 3 metre uzunluğunda BioSUB adını verdiği açık sarı kutuda elektrik üretmek için sabit bir bisikletle güneş panelleri kullandı ve karbondioksidi emen deniz yosunları yetiştirdi.

Lloyd Godson, ülkenin doğusunda Albury kentinde bir gölde yaşadığı 13 günlük maceranın sonunda gazetecilere yaptığı açıklamada, “Yüzümde güneş ışığını ve hafif rüzgarı hissetmek güzel” dedi.
Lloyd Godson’a su altında geçirdiği sürede bir grup dalgıcın, ev yapımı lazanya da dahil olmak üzere yiyecek ve içecek getirdiği, bilim adamının vakit geçirmek için dizüstü bilgisayarında video izlediği veya kablosuz internet bağlantısıyla dünyadaki öğrencilerle iletişim kurduğu belirtildi.
Godson’un bu deneyiyle, Australian Geographic dergisinin sponsorluğunu yaptığı bu tür projelere fon sağlamak için düzenlenen “Hayalini Yaşa” yarışmasından yaklaşık 42 bin dolar kazandığı kaydedildi.

400 Milyon yıllık deniz yıldızı fosili


Yaklaşık 500 milyon yıllık olan bu deniz yıldızı fosili, deniz yıldızının tüm detaylarının çok iyi korunduğu nadir örneklerden biridir.
Deniz yıldızının 5 kolu da bozulmadan günümüze kadar ulaşmıştır. Diğer yüz binlerce fosil gibi bu fosil de, canlıların evrim geçirmediklerini, yüz milyonlarca yıldır hiçbir değişikliğe uğramadıklarını söylemektedir. Yaklaşık yarım milyar yıl önceki deniz yıldızlarıyla, günümüzdeki deniz yıldızları arasında hiçbir fark yoktur.
FOSİL NO: SY0100
YAŞ: 500-440 milyon yıllık
DÖNEM: Ordovisyen
BULUNDUĞU YER: Hefalla Sandstone Oluşumu, Fas
BOYUTLARI: 8,5 cm

Yırtıcı dinozor bugünün tavuğu


Bilim adamlarının 68 milyon yıllık bir T. rex kemiğinde yaptıkları protein analizinde, dinozorlar ile kuşlar arasındaki evrim bağı aydınlatıldı.
ABD’li araştırmacılar, T. rex fosillerinde bugüne kadar kalmayı başaran organik molekülleri, günümüzün yaşayan hayvanlarınkilerle karşılaştırarak, bunların tavuk proteininin benzeri olduğunu tespit etti.

Dinozor kemiğinde protein keşfini, organik bir materyalin bu kadar uzun süre yaşamayı başarmasından ötürü sürpriz olarak niteleyen ABD’li bilim ekibi, bulgularını Science dergisinde yayınladı.
Tekniklerinin, diğer yaşayan ve soyu tükenmiş organizmalar arasındaki evrim ilişkisini aydınlatmakta da yardımcı olabileceğini belirten araştırmacılar, bulgularının kuşların evrimsel bağla doğrudan dinozorlara bağlandığı düşüncesiyle uyum içinde olduğunu ve bunu güçlendirdiğini kaydetti.
Araştırmanın eşbaşkanlarından Kuzey Carolina Eyalet Üniversitesinden Mary Schweitzer, analiz sonucu proteinlerin dinozorun yumuşak dokusundan organik materyal olduğunun teyit edildiğini belirterek, “Şimdiye dek fosilleşme teorisine göre, organik dokuların bu kadar uzun süre yaşayamayacağı düşünülüyordu” dedi.Schweitzer, 68 milyon yaşındaki bu dinozorun kemik dokusundan elde edilen proteinlerin analizi sayesinde elde edilen bulguların, dinozorların evrimi ve diğer türlerle bağlantısı konusunda aydınlatıcı olacağını belirtti.
Bilim çevrelerini şaşırtan ve bir kafa, iki uyluk ve tibia kemiklerinden oluşan bu dinozor kalıntısı, ABD’nin Montana eyaletinin doğusundaki Hell Creek bölgesinde yapılan kazılarda bulunmuştu.
Fosil, eski bir akarsuyun taşıdığı alüvyon ve çamurla karışan ve fazla sıkı olmayan en az bin metreküp kumun altında bulunmuştu.
Proteinlerin T. rex kemiğinin “kolajen” olarak adlandırılan elastiki bağlantı lifleri olduğu belirtildi.
Bu protein özelliklerini yaşayan hayvanların veritabanıyla karşılaştıran bilim adamları, bunların tavuk kolajenlerinin benzeri olduğunu ve kurbağa ile semenderlerde de bulunduğunu ortaya çıkardı.

Çevreye zararı olmayan ‘eko-demir’

Araştırmacılar, elektrolize benzer bir teknikle karbon dioksit açığa çıkarmadan demir üretim yöntemi geliştirdi. Endüstrinin temel elementi demir, çevre en çok zarar veren maddelerden.

Demirin elde edilmesi sırasında yüksek miktarda karbon dioksit ve diğer zararlı maddeler doğaya karışıyor. Ancak, ABD’nin önemli araştırma kurumlarından MIT’de uzmanlar, CO2 çıkarmayan bir demir üretim tekniği geliştirdi. Deney aşamasındaki araştırmada, likit demir oksit dolu bir havuzdan elektrik akımı geçiriliyor. Daha sonra bu sıvı demir oksit ayrıştırılarak demir ve oksijen elde ediliyor. Araştırmayı yürüten Lawrence W. Kavanagh, eriyik oksit elektroliz yönteminin karbon açığa çıkarmadığını ve sadece oksijen ürettiğini vurguluyor..

Yapay Tatlandırıcılar “Cyclamate”

Yapay Tatlandırıcılar kanser riskini artırıyor!

Cyclamate 1937 yılında Illinois Üniversitesinde bir doktora öğrencisi tarafından bulunmuş yapay bir tatlandırıcıdır. Diğer tatlandırıcılar gibi cyclamate da şans eseri bulunmuştur. Cyclamate laboratuvarda ateş düşürücü bir kimyasal sentezlemekle uğraşırken elinden düşürdüğü sigarasını tekrar ağzına götürünce cyclamate’ın tatlı olduğunu farkeden Michael Sveda tarafından bulunmuştur. Patenti DuPont tarafından alınan bu maddenin daha sonra patenti Abbott Laboratuvarları firmasına satılmıştır. Bu tatlandırıcı üzerinde çalışan Abbott firması bunu 1950 yılında ilaç olarak piyasa sürmüştür. Abbott bunu daha çok diğer acı ilaçlara tat vermek için bu tatlandırıcıyı kullanmıştır. Daha sonraları diabetlilere alternatif bir tatlandırıcı olarak piyasa sürüldü.Cyclamate şekerden 30-50 kat(konsantrasyona bağlı olarak) daha tatlıdır. Genellikle sakkarinle sinerjistik etki gösterdiği için 10 a 1 oranında sakkarinle karıştırılarak piyasa sürülür.

Şimdi diyeceksiniz ki bu kadar anlattın sonuç ne şu anda bu yapay tatlandırıcı bir çok diyet ürünün içinde bulunmaktadır. Bu kimyasalın bağırsak bakterileri tarafından siklohekzilamin (cyclohexylamine)dönüştürüldüğü ve bununda toksik etkisinin olduğudur. Bunun yanı sıra farelerde yapılan çalışmalar cyclamate’ın 10 a 1 oranındaki karışımının mesane kanseri riskini arttırdığıdır. Bu yüzden cyclamate halen Amerika’da kullanımı yasaklanmış bir yapay tatlandırıcıdır.Özellikle diyet ürünler kullanan arkadaşların bu konuda dikkatli olmalarını öneririm..

Bira ve şaraptan elektrik elde edildi


Bilim insanları bira ve şaraptan elde edilen atık suyla elektrik üretmeyi başardı.
Avustralyalı bilim insanları yeni bir buluşa imza attı. Queensland Üniversitesi’nden bilimadamları, şarap ve bira atığını tekrar işleyerek elektrik üretiminde kullanılan suya dönüştürmeyi başardı.

Yeni yöntemle bilim insanları bira atıklarını yaktıktan sonra organik maddedeki kimyasal enerjiyi serbest bırakarak elektriğe dönüştürüyor.
Laboratuvar testlerinin başarılı olması üzerine bilim insanları, ülkenin en büyük bira fabrikasının hemen yanında kimyasal bir reaktör inşasına başladı.
Keşfedilen yöntemle bu santralden büyük bir haneyi aydınlatacak kadar elektrik üretiminin elde edilmesi planlanıyor.
Eğer başarı sağlanırsa, bu teknolojinin yayılarak diğer bira ve şarap fabrikalarıyla gıda bağlantılı tesislerde de kullanılması planlanıyor.
Bilim insanlarına göre bir bira fabrikasının tüm atığını değerlendirebilecek bir kimyasal reaktör, 2 bin haneye yetecek kadar elektrik üretebilir. Hatta bira ve şarap atığının sadece elektriğe değil, gaz enerjisine de dönüştürülebileceği belirtiliyor.
Bilim insanları ayrıca, sürecin sonunda elde edilen suyun da içilebileceğini söylüyor. Bu yeni yöntem, kuraklık nedeniyle suyun artık çok daha değerli ve pahalı olduğu Avustralya’da bira ve şarap üreticilerine de cazip geliyor.

Doğal antioksidanla zenginleştirilmiş pizza


ABD'li kimyagerler, hamurunda doğal antioksidan maddeler bulunan pizza yaptı. Kullanılan un ve mayalanma şekli etkili.

ABD'deki Maryland Üniversitesi'nin bilimadamları tarafından yapılan araştırmanın sonuçları dün yayımlandı.

Bilimadamları, aşçılar tarafından iyi bilindiği gibi, normalden daha uzun süre ve daha yüksek ısıda pişirilen pizzaların daha lezzetli olduğunu söylüyor.

Bu bilgiden yola çıkan bilimadamları, daha yoğun pişirmenin hamurdaki antioksidan içeriğini daha da artırabileceğini belirterek, özellikle de tamamen buğdaydan elde edilen undan yapılan hamurlar için bunun geçerli olduğunu belirtti.

Hamurun daha çok mayalanmasının da kanser ve kalp-damar hastalıkları risklerini azalttığı düşünülen antioksidan maddeden daha çok üretilmesine yol açtığı sanılıyor.

Pizzayı seçme nedenlerini ABD'de en çok beğenilen buğday bazlı yemek olmasıyla açıklayan araştırmacı Jeffrey Moore, "En beğenilen yemekleri kimyadan yardım alarak daha sağlıklı hale getirmek, kamu sağlığı için çok önemli etkiye sahip olabilir" dedi.

Moore, özellikle buğdaydan elde edilmiş un çeşitleri kullanılarak olağandan daha uzun süre pişirilen yemeklerde antioksidan madde oranının yüzde 60, olağandan daha yüksek ısıda pişirilen yemeklerdeki antioksidan oranının da yüzde 82'ye ulaştığını söylüyor.

Araştırmanın, tahıl bazlı gıdalarda antioksidan içeriğinin doğal yollarla artırılması için yeni teknikler geliştirmek için yapılan bir araştırma programı kapsamında yapıldığı ve pizza üreticileri tarafından değil, Amerikan Tarım Bakanlığı tarafından finanse edildiği de vurgulanıyor.

Japonya Ağustos’ta Ay’a uzay aracı gönderiyor


Japon uzay kurumu, Ay’da inceleme yapacak ilk uzay aracını Ağustosta fırlatmayı planlıyor.
Japon Uzay Keşif Kurumu sözcüsü Tatsuo Oşima, 32 milyar yene (370 milyon YTL) mal olan Selene sondasının uzaya Japon yapımı H2-A roketiyle taşınacağını açıkladı.

Ay’ın yörüngesine oturacak sonda, bir yıl sürecek görevi sırasında Ay’ın manyetik ve yer çekimi alanlarını ölçmek için gezegen yakınına iki küçük uydu bırakacak.
Selene’nin, güneydeki Tanagaşima adasında bulunan uzay merkezinden Ağustosta fırlatılacağı bildirildi, ancak kesin tarih verilmedi.

Akıllı gözlük

Akıllı gözlük camlarının rengini değiştiriyor..

ABD’de geliştirilen bir güneş gözlüğü, çerçevesindeki minik bir elektronik kontrol düğmesi ile camını istenen renge dönüştürebiliyor.

Seattle kentindeki Washington Üniversitesinde geliştirilen güneş gözlüğü camında kullanılan bir tür elektrokromik polimer, elektrik akımına yanıt vererek, karanlık ve renk derecesini ayarlıyor. Cam, sadece renk değiştirilmek istendiğinde güç kullanıyor.

Buluşlarını Amerikan Kimya Vakfı yıllık toplantılarında sunan araştırmacılar, güneş gözlüğünde kullanılan minik bir bataryanın binlerce kez renk değiştirmek için yeterli olduğunu belirttiler.

Araştırmacılar, gözlüğü tanıtırken, camların şeffaftan maviye ve birçok renkte çeşitli derecelerde koyulaştırabildiğini gösterdiler.

Monday, June 11, 2007

Gebelikte Beslenme

Gebelikte Sindirim Sorunları
Gebelikte Doğru ve Yeterli Beslenme
Gebelikte Dikkat Edilmesi Gereken En Önemli Nokta
Gebelik Döneminde Tüketilmesi Gereken Besinler ve Ölçüleri
Örnek Yemek Listesi
Gebelikte Beslenmede Dikkat Edilecek Noktalar


Gebelik anne adayı olmak, eşine ve kendine benzer bir canlıyı vücudunda taşımak çok özel ve sorumluluk isteyen bir süreçtir. Bebeği içinde hissetmek, yavaş yavaş artan ağırlık, değişen fiziksel görünüm, anneye başka bir güzellik katar.

Bebeğin büyümesi, sağlıklı olması, ruhsal, fiziksel, zihinsel yönden iyi gelişmesi annenin sağlığı ve beslenmesi ile doğru orantılıdır. Annenin gebelik öncesi fiziksel gelişimini tamamlamış olması, besin depolarının yeterli olması ve doğum yaşı hem bebeğin hem de annenin sağlığını koruyacak en önemli etkenlerdir. Çünkü bebek annenin besin yedeklerinden ve gebelik boyunca tükettiklerinden kendisi için lazım olanları seçip alarak, büyür beslenir.

Gebelik süresince bebek iyi beslensin diye fazla yemek, dengesiz beslenmek doğru değildir. Ama doğum sonrası eski görünüme kolayca ulaşmak için az yemek ise hiç doğru değildir.

İnsan yaşamında beslenmenin çok önemli ve çok özel olduğu devrelerden biri olan gebelik, anneye topluma sağlıklı bireyler kazandırma sorumluluğunu vermiştir. Anne iyi ve doğru beslenmezse ölü doğum, erken doğum, düşük ağırlıklı doğum, bedensel ve zihinsel özürlü doğumlar gibi tehlikelerle karşılaşabilir. Kendisinde ise kansızlık, tansiyon problemleri, vücutta su tutulması, yorgunluk, diş kayıpları ve kemik problemleri olabilir.

Gebelikte sindirim Sorunları

Gebeliğin ilk üç ayında uyum problemleri nedeniyle bulantı ve kusmalar görülür.Yiyecekleri tüketmede zorluklar olur. Sözü edilen uyum problemleri her annede olacak değildir. Bu ilk dönemde kusma ve bulantıyı tetikleyen şartları mümkün olduğunca ortadan kaldırmaya, biraz sakinleştikten sonra başka yiyecekler tüketmeyi denemeye çalışmalıdır.

Çok yağlı yiyecekler, fazla sulu yemekler, ağır kokulu baharatlar, lahana, karnıbahar ve et, kavrulmuş soğan kokuları bulantı ve kusmayı tetikler. Pişerken kokusu ile zaten hassas olan anneyi uyaran yiyecekler ya başka yerde pişmeli, ya da bunların yerine uygun değişimler kullanılmalıdır. Örneğin et yerine balık, tavuk, hindi eti tüketilebilir.

Kış sebzelerinden havuç, patates, ıspanak tüketilebilir. Limon ,yoğurt yemeklerde tüketimi kolaylaştırır.Limon hem C vitamini olarak hem de rahatlatıcı olarak kullanılabilir.

Genelde sabahları yataktan kalkınca başlayan bulantılarda bir dilim peynir, bir iki grissini rahatlık sağlar.

Sıvı yiyecekleri az tüketmeye ve yemek sonrası bir süre dinlenmeye özen gösterilirse problemler azalabilir. Az ve sık beslenmek de yaralıdır.

Kabızlık ileri aylarda görülebilen problemlerdendir. Kabuğu ile yenen meyveleri tüketerek,her öğünde sebze ve salataya yer vererek busorunun önüne geçebiliriz. Günlük yürüyüşleri ve su tüketiminide ihmal etmemeliyiz.

Gebelikte Doğru ve Yeterli Beslenme

Annenin günlük yaşantısını sürdürecek yeterli enerji ve besin öğelerini alırken fazladan alacağı protein, enerji, vitamin ve mineraller hem kendisi hem de doğacak bebeğin sağlıklı olmasının garantisidir.

Normal bir gebelik sürecinde annenin kendi gereksinimine ek olarak tükettiklerinin bebeğe aktarılması annenin yaklaşık 10-12 kg alması demektir. Bu artışı sağlayabilmek için ek olarak günlük 20 gr. Protein, 15-20mg. Demir, 500mg. Kalsiyum ve ortalama 300 kalorilik enerji artışı gereklidir.

Doğru beslenme ve gebelik durumunun özellikleri nedeniyle gereksinmelerin çeşitli yiyecek guruplarından sağlanması gerekir. Yiyecekler vücudumuzda çeşitli görevler yaparlar. Aynı görevleri yapan yiyeklerden besin gurupları oluşturulmuştur. Gurup seçeneklerinden birini tüketmiyorsanız bir diğerini yiyerek de doğru beslenebilirsiniz.

ET, YUMURTA, KURUBAKLAGİL GRUBU: Beyin, kas, kemik ve dişlerin gelişimi ve kan yapımında görevlidir. Protein ve demir gereksinimini karşılarlar.

SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ: Kemik, diş gelişimi ve büyüme ile görevlidirler. Protein ve kalsiyum kaynağıdırlar.

SEBZE VE MEYVELER : Büyüme ve gelişme için vitamin ve mineralleri sağlarlar.

TAHILLAR: Enerji ve B gurubu vitaminleri içerdiklerinden büyüme ve gelişmeye yardımcı olurlar.

YAĞLAR VE ŞEKERLER : Sadece enerji içerirler. Enerji gereksinimine yardımcı olurlar.

Yeterli ve dengeli beslenmede dikkatli bir şekilde tüketmek zorunda olduğumuz bu besin guruplarını gebelikte de aynı özenle tüketmeliyiz ki sağlıklı yaşayabilmek için doğru beslenme alışkanlıklarını kazanabilelim.

Gebelikte Dikkat Edilmesi Gereken En Önemli Nokta

Yaş, boy ve hareket durumumuza göre uygun ağırlıkta gebeliğe başlamaktır. Çok kilolu bir gebeyi zayıflatmak bu süreçte doğru değildir, kilosunu korumaya çalışmak, ilk üç ayda enerji eklemesi yapmamak, dördüncü aydan sonra enerji kısıtlamasına gitmemek gerekir. Daha yüksek enerjili yiyeceklerden daha fazla almasına engel olarak, gebelik için gerekli besin ögelerini alarak gereksinmelerini karşılamak esastır.

Ergenlik çağında olan, ya da yaşantısı gereği çok hareketli gebelerde ise mutlaka olması gereken kilonun sağlanması ek olarak gebelik için artan gereksinimin karşılanması sağlanmalıdır.

Gebelikte ağırlığın takibi çok önemlidir. İlk üç ayda 0,5-1 kg, sonraki aylarda ise ortalama 1.5-2.0 kg, ağırlık kazanması uygundur. Çok zayıf gebelerde, yetersiz ve dengesiz beslenenlerde düşük ağırlıklı doğum, erken doğum, ölü doğum, zihinsel ve bedensel özürlü doğumlar görülebilir. Annede anemi, kemik ve diş kayıpları, preeklempsi, vücutta su tutulması (ödem), iş gücü kaybı, halsizlik görülme oranı yüksektir. Çok kilolu gebelerde hipertansiyon, şeker hastalığı, doğum güçlükleri gibi problemler görülebilir. Bu nedenle anne adaylarının gebelik öncesi kontrolleri yapılması, gebe kaldıktan sonra her ay beslenme ve kilo izlenmesinin yapılması gerekmektedir.

Örnek Yemek Listesi

SABAH:
1 bardak süt, 1 yumurta, 1 dilim peynir, 1 orta dilim ekmek, 1 domates, 1 salatalık, maydanoz, yeşil biber, dereotu v.b


KUŞLUK:
1 meyve + 1 bardak ayran + 1 ince dilim ekmek


ÖĞLE:
1 Porsiyon etli kurubaklagil yemeği 1 porsiyon pilav veya makarna 1 bardak ayran 1 porsiyon salata 1 orta dilim ekmek ,1 adet meyve


İKİNDİ:
1 dilim ekmek+ 1 dilim peynir + domates , salatalık + 1meyve


AKŞAM:
1 porsiyon et, balık, tavuk (sebzeli) 1 porsiyon zeytinyağlı sebze yemeği 1 bardak ayran, 1 porsiyon salata , 1orta dilim ekmek


GECE:
1 su bardağı süt veya 1 porsiyon sütlü tatlı + 1 porsiyon meyve


Kahvaltıda veya ara öğünlerde 5 zeytin, 1tatlı kaşığı bal, pekmez, reçel tüketilebilir. 1 porsiyon meyve 1orta boy elma, portakal veya küçük bir salkım üzüm, ince bir dilim karpuz veya kavun, yarım muz veya greyfrut olabilir.

Gebelikte Beslenmede Dikkat Edilecek Noktalar

Çay, kahve gibi içeceklerin yemekle birlikte tüketiminizi azaltıp, yerine ayran, süt, meyve sularını tercih ediniz.

Her öğünde mutlaka C vitamini kaynakları tüketiniz.

Sebze ,meyve, kurubaklagilleri iyice yıkamadan tüketmeyiniz.Sebzelerin ,makarnanın haşlama sularını dökmeyiniz, ya suyunu çektirerek pişiriniz ya da sularını çorbalarda kullanınız Sigara,alkol kullanmayınız, Sigara dumanına maruz kalmayınız.

Yemeklerde iyotlu tuz kullanınız. Tansiyon yüksekliklerinde yemekleri tuzsuz pişiriniz. Hazır gıdalardan kaçınıp doğal besinler tüketiniz. Hazır içecekler, hazır çorbalar, ve mevsimi olmayan sebze ve meyveleri tüketmeyiniz.

Et, balık, tavuk, kurubaklagil tüketimini birer gün ara ile yaparak tek düzelikten kurtulup bıkkınlık yaratmadan doğru besleniniz.

Süt içemiyorsanız yoğurt veya ayran tüketiniz. Peynir yerine çökelek tüketebilisiniz.

Yağda kızarmış hamur tatlıları yerine, meyve veya sütlü tatlıları tercih ediniz.


UNUTMAYINIZ !.. Annenin ve bebeğin sağlıklı olmaları; annelerin gebelik öncesi sağlığı, besin yedeklerinin durumu ve gebelik boyunca kendileri ve bebekleri için yeterli ve dengeli beslenmelerine doğrudan bağlıdır.

BEBEĞİNİZ SİZİN YEDİKLERİNİZDİR.


Hazırlayan : Prof. Dr. Hakan Şatıroğlu
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı

Kadınlarda Böbrek Taşları Riski ve Meşrubat İçilmesi

Bol sıvı alımı, tüm yazarlarca olmasa da çoğu yazar tarafından böbrekte taş olan durumlarda yinelemeyi azalttığı düşünülerek önerilmektedir.

Belli meşrubatların böbrek taşı oluşumu üzerinde etkileri ile ilgili çok az çalışma vardır.
Bira ve kahve tüketimi ile böbrek taşı öyküsü arasında negatif bir ilişki vardır. Karbonatlı içeceklerle (soda) ise pozitif ilişki söz konusudur. Süt, çay ya da su için belirgin bir bağlantı yoktur. Erkeklerde yapılmış izlem çalışmasında elma suyu ve greyfurt suyu ile artmış, kahve, çay ve alkollü içeceklerle azalmış risk saptanmıştır. Bu çalışma kadınlara uyarlanmaz; çünkü taş oluşumu erkeklerden farklı olabilir. "su içmek" bu çalışmaya alınmamıştır.


1986-1994 yılları arasında, böbrek taşı öyküsü olmayan 81093 hemşire çalışmaya katılmış ve 18 meşrubat sorgulanmıştır. En çok tüketilen sıvılar su (ortalama 2-3 bardak /gün), kafeinli kahve (ortalama 1 fincan/gün), süt (2-4 bardak / hafta).

Kafeinli kahve, kafeinsiz kahve, çay, şarap belirgin olarak riskle ters ilişkili, greyfurt suyu riskle doğrudan bağlantılı bulunmuştur .Her 240 ml kafeinli kahve riski % 10 azalmaktadır; kafeinsiz kahve % 9, çay % 8, şarap %59 riski azaltmaktadır. Greyfurt suyu, riski % 44 arttırmaktadır.
Kafeinli kahve ve şarap belirgin olarak sudan daha fazla koruyucudur.

Araştırmanın bulguları total sıvı alımının, böbrek taşı oluşumu ile ters ilişkili olduğu hipotezini doğurmaktadır.

Kafein, Antidiüretik hormonu ADH’nin (Vücuttan su atılmasını kontrol eden hormon) böbrek üzerindeki etkisiyle yarışarak idrarı daha fazla dilue etmekte ve kristal formasyon riskini azaltmaktadır. Ancak kafein nedeniyle kalsiyum atılımı da artmaktadır.

Benzer olarak alkol ADH'u inhibe eder, idrar akımı artar, idrar konsantrasyonu azalır. Şarabın, biradan daha olumlu etki göstermesi şaraptaki daha yüksek alkol konsantrasyonu ile bağlantılı olabilir. Greyfurt suyu barsak duvarına etkiyle birkaç serumun ilaç düzeyini etkiler; ve belki de potansiyelolarak önemli diyet faktörlerinin metabolizmasını da etkiliyordur. Erkektekinin aksine kadınlarda elma suyu ile ilgili belirgin bağlantı bulunamamıştır. Diyetteki kalsiyum, potasyum ve süt alımı riskle ters orantılıdır.

Çalışan Kadın ve Gebelik

Çalışmak ekonomik gereklilik olduğu kadar tüm kadınların en doğal hakkıdır. Modern dünyada olduğu gibi ülkemizde de üreme çağındaki kadınların azımsanmayacak çoğunluğu çalışarak ekonomik gelişmeye katkıda bulunmakta, çalışan kadınların oranı ise her geçen gün bir öncekine göre artmaktadır. Artan oranlar hem gebe olarak çalışan kadın sayısını artırmakta hem de çalışma koşullarının yaratabileceği olumsuz şartlarla gebelik sürecinde de karşılaşma oranını artırmaktadır.

Çalışma koşullarında karşılaştığımız birçok madde, kadınların doğurganlığı üzerine olumsuz etkililer oluşturur. Bunların yanında yoğun çalışmanın getirdiği stres ve yorgunluk da zaten hayatının en önemli işlerinden biri olan gebeliği yapmakta olan kadına ek yük getirmektedir. Özellikle doğuma yaklaştıkça anne üzerindeki etkiler daha belirgin olarak artar. Gebeliğin ilk 3 ayında olumsuz etkiler daha çok major anomaliler olarak karşımıza çıkmaktadır. İkinci ve üçüncü üç aylık dönemlerde de benzer etkiler görülmektedir. Günümüzde hekimlere düşen görev, dünya literatüründe net olarak ortaya konulmamış veriler ile hastanın işini ve sağlığını koruma konusunda hastaları çok fazla kısıtlamadan dengeyi sağlayabilmektir.

AB ülkelerinde ve birçok gelişmiş ülkede çalışan anneleri koruyan yasalar ailelere, anne adaylarına ve hekimlere yol gösterir. Bu yasalarda gebelik sırasında zararlı olabilecek işler, ajanlar, işlemler ve maddeler belirtilmiştir. Eğer gebeliğe zarar verebilecek bir işte çalışıyorsa ya iş değişikliği ya da ücretli iş bırakma gibi yöntemler kullanılmaktadır. Yasalara göre bu konuda karar verme yetkisi hekimlere tanınmıştır. Bu hak sadece kadınlar için geçerli değil üreme fonksiyonlarını olumsuz etkileyebilecek işlerde çalışan erkekler için de geçerlidir.

Gebelikte ve gebelik öncesinde çalışan işe bağlı oluşabilecek olumsuz engellemek için hekimlere büyük görevler düşmektedir. Ancak ne yazıkki ülkemizde henüz bu uygulamalar yasal bir zemin bulmamış ve yaygınlaşamamıştır.

İlk defa çalışma koşullarının yaratabileceği sorunlar ile ilgili kitap 18. yy’da yazılmıştır. Bernardino Ramazzini kitabında çeşitli meslek gruplarında üreme problemlerinin oluştuğunu belirlemiştir. Çamaşırhaneler gibi sürekli rutubetli ortamda çalışan kadınlarda adet düzensizlikleri olduğunu, dokuma işinde çalışanlarda tekrarlayan düşüklerin ve erken doğumların oluştuğunu belirtmiştir. Günümüzde ise hem erkeklerde hem de kadınlarda üreme fonksiyonları üzerine zararları olduğu bilinen birçok madde vardır.


Hazırlayanlar :Prof. Dr. Hakan Şatıroğlu Opr. Dr. Cihan Kabukçu

Gebelik ve Diayabet

Gebelik doğal bir olay olmasına karşın gebelik sürecinde anne ve bebeğin sağlığını tehlikeye sokabilecek birtakım olaylar gerçekleşebilir. Normal seyreden gebeliklerde bile anne adayının vücudunda meydana gelen bazı istenmeyen değişiklikler, anne ve bebeğin yaşamını tehdit edebilir. Bu nedenle anne adayları gebelik öncesinde gerek vücudun böbrekler, karaciğer, solunum sistemi, kalb ve damar sistemi, kan şekerini ve kan yapısı gibi temel fonksiyonları ve gerekse de özellikle düşüklere ve sakat bebeklere neden olabilen toksoplazma, herpes (uçuk), kızamıkçık, ve benzeri virütik hastalıkar açısından sıkı bir tıbbi kontrolden geçmeli, ve bir sakınca yoksa öyle gebeliğe karar verilmelidir. Aksi taktirde bu sorunlar anne adayını ve hiçbir şeyden haberi olmayan bebeği zor durumlara sokar, hatta ölümlerine yol açabilir !

Bu nedenle gebelikler kazara değil planlanarak, olmalı diyoruz, “aile planlaması” diyoruz. Böylece doğum öncesinde anne adayında ortaya çıkabilecek sorunlar saptanır ve tedavi edilebilir.

Anne adayı daha önceden tamamen normal olsa da gebelik nedeniyle ortaya çıkabilecek problemlerin başında şeker hastalığı (diabet) gelir. Diabetes mellitus (şeker hastalığı) insulin salgılanması ve/veya insulin etkisindeki eksiklik sonucunda ortaya çıkan vücudun temel yapı taşları olan ve gıdalarla alınan karbonhidrat, yağ ve protein kullanımındaki bozuktur. Dünya Sağlık Örgütü diabeti 3 sınıfta toplamıştır. Bunlar diabetes mellitus, bozulmuş glikoz toleransı ve gebelikte ortaya çıkan diabettir. Gebelikte ortaya çıkan diabet gebelik öncesinde aşikar olmayan belirti vermeyen ancak gebelikle belirti veren diabet olarak tanımlanabilir. Bu hastaların daha önceden bilinen diabetleri yoktur. Gebelikte ortaya çıkan diabetlilerde doğum sonrasında glukoz kullanımı düzelebilir, bozuk veya diabetik olarak devam edebilir.

Gebeliklerin yaklaşık % 0,2 - % 0,3’ünde anne adayı daha önceden diyabet tanısı almış iken gebelikte ortaya çıkan diabetin görülme sıklığı % 1 - 4 arasında değişir. Bu oranlara göre Türkiye’de 15 ile 75 bin diyabetik anne bebeği doğduğu anlamına gelmektedir. Dünyada ise günde 135 bin gebeliğin gebelikte ortaya çıkan diabet ile birlikte olduğu bilinmektedir. Görüldüğü gibi hiç de küçümsenecek bir durum değil !

Gebelikte ortaya çıkan diabetin tanısı için 24-28. gebelik haftasında bütün gebelere tarama amaçlı 50 gr. glukoz testi yapılmalıdır. Gebelik kontrolleri sırasında annelerin riskleri belirlenmeli ve oluşabilecek komplikasyonlar yönünden anneler uyarılmalıdır.

25 yaşından küçük olanlarda, normal kiloya sahip olanlarda, ailede diabet öyküsü bulunmayanlarda, daha önceki gebeliklerinde herhangi bir sorun yaşamamış olanlarda gebeliğe bağlı diyabet daha az görülür.

Şişman gebeler, daha önceki gebeliklerinde diabeti olanlar, ailede diabet öyküsü bulunanlar, yaşlı anneler, tekrarlayan düşükleri olanlar, izah edilemeyen anomalili bebek doğuranlar, tekrarlayan vajinal ve üriner enfeksiyonu olanlar ve bebeği normalden iri (4500 gr’ ın üzerinde bebekler) olanlarda daha diabet gelişme riski yüksektir. Bu nedenle önceki gebeliklerinde 4500 gr’ın üzerinde doğum yapanlara ise tanısal amaçlı oral glukoz tolerans testi uygulanmalıdır. Gebeliğe bağlı diabet ile annenin hastalıkları ve bebeklerin hastalıkları ve ölümleri arasında yakın bir ilişki vardır. Gebeliğe bağlı diabette, bebekte aşırı irilik, yeni doğan yani hemen doğum sonrası bebekte kan şekeri düşüklüğü, kan hücrelerinde bozukluk ve sarılık riski artar, gebeliğe bağlı yüksek tansiyon daha sık görülür, bebeğin rahimde içinde bulunduğu sıvı olan amniyon sıvısındaki artış ve buna bağlı ters gelişlere sık rastlanılır. Bu nedenle bu hastalarda doğum daha çok sezaryen ile gerçekleştirilmek zorunda kalınabilir.

Gestasyonel diabet öncelikle diyet yani beslenmenin düzenlenmesi ile tedavi edilmelidir. Diyet % 50 - 55 karbonhidrat, % 30 yağ ve % 20 protein içermelidir. Günlük alınması gereken kalori miktarı ise gebelik öncesindeki ideal kiloya göre hesaplanır ve kilo başına 30-35kcal’dır. Bunun düzenlenmesini diyetisyenler yapar. Şişman hastalarda kalori miktarı daha da düşürülebilir. Diyet tedavisinde amaç kilo kaybı ile insüline olan doku cevabını artırmaktır. Hastaların bu dönemde demir ve kalsiyum ihtiyaçları karşılanmalıdır. Hastalar günlük aktivitelerine devam etmeli, egzersiz ve yürüyüşlerle kilo vermeye çalışmalıdır. Eğer diyet ve egzersizlerle kan şekerleri normal seviyelerde tutulamıyorsa (açlık kan şekeri <105mg/dl, tokluk kan şekeri < 120 mg/dl olmalıdır) tıbbi tedavi uygulanma gerekliliği vardır. Ağızdan alınan antidiyabetik ilaçlar muhtemel teratojenik etkileri nedeniyle tercih edilmedikleri için bu hastalara insulin tedavisi uygulanır.

Gebelikleri sırasında diabet tanısı alan hastalar doğumdan sonra da izlenmelidir. Doğumu takiben 6-8. haftalarda 75 gr lık glukoz tolerans testi ile kalıcı diabetin oluşup oluşmadığı tesbit edilmelidir.

Diabeti olan anneye gelecekteki gebelikler için tavsiyede bulunulmalıdır. En yaygın olarak mekanik engel oluşturan yöntemler kullanılabilir. Bunun yanında düşük doz oral kontraseptifler de kullanılabilir. Bu ilaçlar kullanılmaya başlandıktan sonra kan şekerleri yakından takip edilmelidir. Eğer hasta doğurganlığını tamamlamışsa tüp ligasyonu (rahim kanallarının bağlanarak kalıcı bir şekilde gebeliğin önlenmesi) önerilebilir.

Hanımlar unutmayınız bütün bunlar gebelik sırasında hekim kontrolleri ile tanınır ve takip ve tedavisi yapılır. Bu nedenle gebelerin sadece kendileri için değil, henüz doğmamış bebekleri için de en yakınlarındaki sağlık kurumlarından düzenli gebelik muayenelerini yaptırmaları gereklidir. Ana Çocuk sağlığı merkezleri, sağlık ocakları gibi merkezlerde bu taramalar yapılabilmekte, ille de hastanelere gitmek gerekmemektedir.

Bebeğiniz ve kendiniz için gebelik öncesi ve gebelik sırasında düzenli kontrollerini yaptırın, yaptırmayanları da uyarın lütfen...

Günleriniz sağlıklı olsun....

Yaz Sıcakları ve Gebelik

Gebelik !
Kutsal, gururlu ve zor !!! Hele de yaz sıcaklarında...

Anne adayının her yönüyle kendisine daha çok dikkat etmesini gerektiren bir dönemdir gebelik. Sağlıklı bir bebek sahibi olabilmek ve rahat bir gebelik geçirebilmek her annenin ve babanın arzusudur. Bu sadece yaşadığımız topluma sağlanacak bir katkı değil, aynı zamanda tüm evrene de bir kazanç olarak kaydedilecek bir uğraşıdır.

Çevresel faktörler özellikle gebelik döneminde kadınları diğer zamanlara göre daha fazla etkiler. Sadece kadınları mı ? Bütün evi etkiler, Toplumun olduğu gibi ailenin de temel direği olan kadını etkileyen her şey hepimizi etkiler. Özellikle yazın sıcak aylarında gebeliğin getirdiği yük biraz daha ağırlaşır. Bu dönemde anne beslenmesine, giyimine, temizliğine daha çok dikkat etmelidir. Çünkü sıcak ek bir yük olarak gebeliğe eklenir.

Yeryüzüne ulaşan güneş - ya da ultraviyole - ışınlarının insan ve insan derisi için pek çok faydasının yanısıra gözardı edilemeyecek zararları da vardır. Yaşamın diğer dönemlerinde olduğu gibi gebelik döneminde de güneşten bilinçli şekilde yararlanılmalıdır. Tüm biyolojik olayların başlaması ve sürdürülmesi, kemik yapımına yardım eden vitamin D’ nin üretimi, hastalık yapan mikropların yok edilmesi ve insan psikolojisine olumlu etkileri ile güneş ışınlarının yaşamsal gerekliliği tartışılamaz. Ancak bu ışınların güneş yanığı, deri kanseri oluşumu, çeşitli alerjik reaksiyonlar ve erken deri yaşlanmasına yol açtığı, hele de ten rengi açık olan insanlarda bilinen gerçeklerdir. Bu nedenle gebelerin, özellikle 11.00-15.00 saatleri arasında güneş ışınları daha dik ve etkili geleceğinden, gün ortası saatlerde dışarı çıkmamalarında fayda vardır. Geniş kenarlı şapkalar, güneş ışınlarını yansıtan açık renkli giysiler ve sağlıklı güneş gözlüklerinin kullanılması yararlı olur. Yaz aylarında herkesin ve özellikle yüksek risk grubunda olan gebelerin, bilinen güneşin zararlı ışınlarının köyü etkilerini azaltan koruyucu kremleri kullanmak gebeliğe zarar vermez, aksine koruyucu etkileri gebeyi rahatlatacaktır. Bu arada bu çok faktörlü kremlerin çocuk, hatta bebeklerde de kullanılması yararlı olacaktır. Yazın özellikle güneş ışınlarından yararlanmak için, ışınların dik gelmediği, şiddetinin daha az olduğu sabah ve öğleden sonra güneşlenmek, gebelik döneminde daha çok tercih edilmelidir.

Güneş sadece ışınları ile değil, ısısıyla da dünyamıza yarar sağlamaktadır. Ancak bu her zaman herkese uygun olmaz, örneğin gebelikte zaten az da olsa yükselmiş vücut ısısı nedeniyle yaz sıcakları gebeliği yorucu hatta bazen riskli kılar. Sıcaklık artışları kan basıncının da artmasına neden olabilir, yada buna eğilim varsa ortaya çıkarabilir. Bu nedenle gebelerin günün sıcak saatlerinde korunmasız olarak dolaşmaları, kan basıncında artışlara ve bunun neden olabileceği istenmeyen hastalıklara yol açabilir. Bu nedenle yazın ter emici, rahat, hafif, kolay değiştirilebilir ve yıkanabilir giysilerin tercih edilmesi gerekir. Aşırı sıcaklarda gebelerin dikkat etmesi gereken bir diğer önemli konuda besin zehirlenmeleridir. Özellikle yaz aylarında yiyecekler hızla bozularak, toksin ve bakteri oluşumuna neden olurlar. Açık yerlerde satılan ve temiz izlenimi vermeyen gıdaların tüketilmemesi oluşabilecek hastalıkların önlenmesinde önemli yer tutar.

Gebeliğin ilerleyen dönemlerinde sık sık, ancak azar azar yemek yemek yararlıdır. Bu yemek düzeni yazın daha da önem kazanır. Böylece gebeliğe bağlı olarak büyüyen rahimin basınç etkisi azaltılacak, mide yanması gibi yakınmalar olmayacak ve zaten ileri gebelik dönemlerinde zorlaşan nefes alıp verme bir kat daha zorlaşmayacaktır. Yaz aylarında bol miktarda sıvı gıdalar tüketilmeli, terlemeyle vücuddan eksilen tuz ve su muhakkak alınmalıdır. Teleme ile kaybedilen tuz ve mineraller, dengeli bir şekilde daha çok taze meyveler ile karşılanmalıdır. Gebelikte süt ve süt ürünlerinin tüketilmesi yararlıdır, gerek protein ve gerekse mineraller özellikle kalsiyum bu yolla sağlanabilir. Yağlı gıdalardan kaçınmak hele de yaz sıcaklarında kaçınmak gerekir.

Terleme ile kaybedilen sıvının yerine konması anne adayı ve bebek için çok önemlidir. Günde en az 2,5 litre sıvı alınması gereklidir yazları. Ancak daha çok su tüketmenin yararları daha fazladır. Taze meyve suları kolalı ve kutu meyva sularına tercih edilmelidir. Bilindiği gibi çoğu kutu meyve sularında çabuk bozulmalarını önlemek amacıyla konulan özellikle anne karnında gekişmekte olan bebeğe zararlı kimyasal maddeler vardır, bu nedenle tüketilmeleri sakıncalı olur.

Alkol ve sigara kullanmanın ne sağlıkla nede gebelikle bağdaşmadığını bir kez daha hatırlatmakta yarar var ! !

Sıcakta terlemeyle birlikte deride birçok bölge nemli kalacağı için mantar enfeksiyonlarına yaz aylarında daha rastlanır. Bu nedenle özellikle vücudun kıvrımlı bölgeleri kuru tutulmaya çalışılmalı ve sık sık ılık duşlar yapılmalıdır. Özellikle vajinal enfeksiyonlar erken doğuma yol açabileceği için vajinal akıntılarda veya idrar yolları iltihabını düşündürecek bulgular – idrar ederken yanma, koyu ve kokulu idrar etme, sık sık idrara çıkarma gibi – varlığında hemen hekime başvurulmalıdır.

Hastalıklar ortaya çıkmadan önlenmesi her zaman daha kolay ve daha az yorucudur. Çok küçük noktalara dikkat edilerek ileri de oluşabilecek sorunlar engellenebilir.

Sağlıklı ve mutlu gebelikler.......


Hazırlayan :Prof. Dr. Hakan Şatıroğlu

Yaz ve Kalp Hastalıkları


Kalp Hastalarının Hastalıkları gereği yaşam boyu dikkat etmeleri gereken bazı kurallar vardır.
Bunlar çoğu kez hastalar tarafından yeni bir yaşam şekli olarak algılanır. Mümkün olduğunca da uymaya özen gösterilir.
Her mevsimin kendine özgü güzelliği ve özelliği vardır. Kışın karı ve soğuğu ile yazın sıcağı ve denizi bunların başında gelir.
Kalp Hastası olan kişi yazın ve denizini çok seviyor da olsa, kendini mümkün olduğunca sıcaktan ve yaz-deniz keyfi adına yorgunluktan korumalıdır. Bu nedenle sıcağın ve koruyucu hareketlerin sakıncalarına kısaca değinmek uygun olur.
Sıcaklık ve Deri
İnsanlar içinde bulundukları ortama uyum sağlamada kendilerine yardımcı olan donanımlara sahiptirler.
Çevrenin ve kendi vücut ısınlarının durumuna uyum sağlamada deri çok önemli bir rol oynar Deri, damarlarının durumunu ihtiyaca göre ayarlayarak damarların genişlemesi veya damarların daralmasını sağlayarak çevrenin sıcağına uyum sağlar. Kişinin sıcağa uyum göstermesinde terleme ve titremeninde önemli bir ayarlayıcı rolü vardır.

Deri, normal koşullarda normal ısıdaki ve istirahatteki erişkin bir insanda kalp debisinin % de 5-10'u kadar bir kan taşır. Isının artmasıyla deri kanlanması artar. Aşırı ısı artması hallerinde kap debisinin % 50-60'ı deriye gider. Bu gibi hallerde derinin Sempatik Vazokonstriktör sinirleri arayıcılığı ile çeşitli refleks yollar sayesinde dolaşım düzenlenmesi yapılarak kontrol altına alınır.
Yazın aşırı sıcaklarda, sıcağa uzun süre maruz kalmakla en sık görülen aşırı halsizlik, yorgunluk hatta bitkinlik düzeyindeki tablolardır. Sıcak Çarpması (Güneş Çarpması) bu durumlardan biridir.
Ortamın ısısının artmasıyla kişinin deri ve çeşitli organlarında oluşan temel değişiklikleri şöyle özetleyebiliriz.

1- DOLAŞIMDA ,KANIN BÜYÜK KISMI DERİYE YÖNELDİĞİ İÇİN DERİNİN KAN AKIMI VE KAN MİKTARI ARTAR.
2- KALB DEBİSİ VE ATIM HACMİ AZALIR.
3- ARTERİYEL KAN BASINCI ( TANSİYON ) DÜŞER.
4- KARIN İÇ ORGANLARININ KANLANMASI AZALIR.
5- KASLARDA KAN AKIMI AZALIR.

Bu değişiklikler yorgunluk yaratabilecek düzeyde güç sarfiyatını gerektiren her türlü beden-sel faaliyette daha da artar. Böyle durumlarda kalbin işinin artması dakikadaki atım sayısı-kasılması da artar.
Yukarıdaki açıklamaya çalışmaya çalıştığımız özelliklerden ötürü hipertansiyonlu, kalp yetmezlikli, koroner arter hastalıklı ve tedavi altındaki hastların şunlara dikkat etmleri uygun olur.
  • FAZLA SICAĞA MARUZ KALMAYINIZ.
  • YÜRÜYÜŞ VE GEZİNTİLERİNİZİ SABAH ERKEN VEYA AKŞAM SERİN SAATLERDE YAPINIZ.
  • GÜNLÜK SU ALIMINIZ KISITLANMIŞ BİLE OLSA,YAZIN ÇOK SICAK ZAMANLARI_DA VE AŞIRI TERLEDİĞINİZ DÖNEMLERDE SU KAYBINIZ ARTACAĞI İÇİN YETERLİ SUYUNUZU (GÜNDE ORTALAMA 2-2,5 LİTRE)
  • TERLE BİRLİKTE VÜCUDUN ELEKTROLİT KAYBI, ÖZELLİKLE SODYUM (TUZ) KAYBI FAZLA OLACAĞI İÇİN-TUZ KISITLAMALI BİR REJİM İÇİNDEYSENİZ DOKTORUNUZUN FİKRİNİ ALARAK YEMEKLERİNİZE BİRAZ TUZ İLAVE EDEBİLİRSİNİZ.
  • DENİZ KIYISINDA TATİLDE İSENİZ, KUMDA YATIP, GÜNEŞ BANYOSU YAPMAYINIZ. DENİZE SABAH VEYA AKŞAM ÜZERİ GİRİNİZ. DENİZDE UZUN SÜRE YÜZMEYİNİZ.
  • EGER DENİZDE DALMA ALIŞKANLIĞINIZ VARSA DALMAYINIZ.
  • TOK KARNINA DENİZE GİRMEYİNİZ.
  • FAZLA YAGLI, KIZARTMALI, AĞIR GIDALAR YERİNE, BOL SEBZE, HAŞLAMA VEYA IZGARA, HAFİF GIDALAR TERCİH EDİNİZ. EĞER DİABETES MELLİTUSUNUZ (ŞEKER HASTALIĞI) YOKSA BOL MEYVA YİYİNİZ.
  • BACAKLARINIZDA KRONİK VENÖZ YETMEZLİK (VARİS) VARSA, DENİZDE BELİNİZE KADAR OLAN BİR SU SEVİYESİNDE YÜRÜYÜŞ YAPINIZ. ASLA KUM BANYUSU YAPMAYINIZ.
  • HİPERTANSİYONLU İSENİZ, TANSİYON İLACINIZ FAZLA GELEBİLİR, DOZUNU DOKTORUNUZA TEKRAR SORUNUZ.
  • AŞIRI SICAKLARDA RİTM BOZUKLUKLARI OLABILİR.
  • BU KURALLARA UYMADIĞINIZ TAKDİRDE HANGİ SEBEPLE MEYDANA GELMİŞ OLURSA OLSUN KALB YETERSİZLİGİNİZ KAYBOLMUŞKEN YENİDEN ORTAYA ÇIKABİLİR, HAFİFLEMİŞKEN AĞIRLAŞABİLİR.
  • SÜKÜN BULMUŞ, KAYBOLMUŞ KALB AĞRILARINIZ (ANGİNA PECTORİS) YENİDEN BAŞLAYABİLİR.
  • DENİZ VE SICAĞA KARŞILIK SERİN YAYLA TATİLİNİ TERCİH EDEBİLİRSİNİZ..

Sunday, June 10, 2007

ATATÜRK'ÜN RİCASI


Ey milletim,
Ben Mustafa Kemal'im...
Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim,
Hala en hakiki mürşit, değilse ilim,
Kurusun damağım dilim.
Unutun tüm dediklerimi,
Yıkın diktiğiniz heykellerimi....
***
Özgürlük hala,
En yüce değer
Değilse eğer...
Prangalı kalsın diyorsanız, köleler
Unutun tüm dediklerimi,
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
***
Yoksa, çağdaş medeniyetin bir anlamı,
Ortaçağ'a taşımak istiyorsanız zamanı,
Baş tacı edebiliyorsanız
Sanatın içine tüküren adamı,
Unutun tüm dediklerimi,
Yıkın diktiğiniz heykellerimi.
***
Yetmediyse, acısı, şiddetin, savaşın,
Anlamı kalmadıysa
Yurtta sulh, dünyada barışın,
Eğer varsa ödülü, silahlanmayla yarışın,
Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi.
***
Özlediyseniz fesi, peçeyi,
Aydınlığa yeğliyorsanız, kara geceyi,
Hala medet umuyorsanız
Şıhtan, şeyhten, dervişten,
Şifa buluyorsanız,
Muskada, üfürükçüden...
Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi.
***
Eşit olmasın diyorsanız, kadınla erkek,
Kara çarşafa girsin diyorsanız,
Yobazın gazabından ürkerek...
Diyorsanız ki, okumasın
Kadınımız kızımız;
Budur bizim alın yazımız...
Unutun tüm dediklerimi...
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...
***
Fazla geldiyse size, hürriyet, cumhuriyet...
Özlemini çekiyorsanız,
Saltanatın, sultanın...
Hala önemini anlamadıysanız,
Millet olmanın...
Kul olun, ümmet kalın,
Fetvasını bekleyin, şeyhülislamın...
Unutun tüm dedillerimi,
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...
RAHAT BIRAKIN BENİ...
Süleyman Apaydın
..........................
10 Haziran 07 Pazar... Bugün Atatürk İlke ve İnkilaplarına bağlılığımızı, milli duygu ve birlikteliğimizi blogcular olarak, sayfamızda ATATÜRK'ün resmini ve günümüze çok uyan bu şiiri yayınlayarak gösterelim...

http://babisko.blogcu.com Arkadaşımızın sayfasından alınmıştır...

Thursday, May 31, 2007

Yalan söylemek artık imkansızlaşıyor..


ABD'li bilim adamlarının araştırması, yalan söyleyen insanların beyninin doğruyu söyleyenlerinkine oranla değişiklik gösterdiğini ortaya koyuyor.
'fMRI' ya da 'Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme' yöntemi kullanılarak yapılan araştırma, sadece yalan söylerken beyinde neler olup bittiğini göstermekle kalmıyor, yalan makinesi konusunda yeni bir teknoloji sağlıyor.
Philadelphia Ünversitesi'nin araştırmasını yürüten Dr. Scott Faro, yalan söylerken beynin bazı özel bölgelerinin değişiklik gösterebileceğini ve bunun ölçülebileceğini belirterek doğruyu söylerken de bazı bölgelerin değişikliğe uğrayabileceğini kaydetti.
Açık fark var
Deneyde, gönüllülere oyuncak tabancayla ateş etmeleri ardından da bunu yapmadıklarını söylemeleri, diğer gönüllülerden de gerçeği anlatmaları istendi.
Beynin gerçek zamanlı görüntüsünü veren fMRI teknolojisinin kullanıldığı deneyde, yalan söyleyenlerle doğruyu anlatanların beyinleri arasında açık bir değişiklik saptandı.
Yalan çaba gerektirir
Doktorlar, yalan sırasında beynin yedi, doğruyu söylerken de dört bölgesinde faaliyet saptadıklarını belirterek, ayrıca yalan söylemenin doğruyu söylemekten daha çok çaba gerektirdiğini belirlediklerini kaydetti.
Yalan söylemek beynin ön tarafında orta iç, ön merkez, 'hippocampus' ve orta geçici bölge ile limbik bölgelerinde faaliyete yol açıyor, doğruyu söylerken de ön yuvarlak, geçici yuvarlak ve 'cyngulat gyrus' bölgeleri faaliyete geçiyor.
Bilim adamları, bu teknolojinin etkin bir yalan makinesi olarak kullanılabileceğini, özellikle terör zanlıları ve karmaşık kriminal vakaların çözümünde yararlı olabileceğini belirtiyor.

Cep Telefonları İnsan DNA'sını Bozuyor


Hayatımızın ayrılmazlarından biri haline gelen cep telefonlarından yayılan radyo dalgalarının vücut hücrelerine zarar verdiği, DNA yapımızı bozduğu laboratuvar deneylerinde tespit edildi. Kaliteli telefon ve kulaklık kullanılması tavsiye ediliyor.

Cep telefonu üreticileri ne kadar aksini iddia etseler de bilim adamları cep telefonundan yayılan radyo dalgalarının vücut hücrelerimize ve DNA'mıza zarar verebileceğini deneylerinde kanıtladılar.

DNA üzerinde etkilerin tehlikeli boyutlarda olduğunu belirten bilim adamları radyasyon nedeniyle mutasyona uğrayan hücrelerin kanser riskini beraberinde getirdiğini belirtiyor.
Avrupa Birliği'nin konuyla ilgili kuruluşları, yine de insanların henüz endişelenmesine gerek duyulacakcak bulgulara ulaşılmadığını belirtiyorlar.

Dünya üzerinde 1.5 milyar cep telefonu halen kullanımda. Bu gelecek nesillerin ne kadar büyük risk altında olduğunun göstergesi.

Mobil telefonların etkileşim standardı SAR (Özel Soğurma Oranı) cep telefonunun çalışırken insan vücuduna etkisini belirten bir birim. Cep telefonu baz istasyonuna yakın olduğunda bu değer düşerken uzaklaştıkça artıyor. Uluslararası yönergelerde SAR seviyesinin 2 W/kg olmasının insan sağlığını etkilemediğini belirtiyor. Zaten bu seviyenin üzerindeki telefonların satılması yasak. Ancak bunun her ortamda ölçülüp ölçülmediği bir muamma.

Her ihtimale karşı, telefon alırken SAR seviye test sonuçlarını kontrol etmekte ve kulaklık kullanmakta fayda olabilir.

BESİNLERLE GÜZELLEŞİN


Doğru beslenmeyle gerçekten güzelleşebilir misiniz? Tabii ki evet. Ancak bu olay bugünden yarına gerçekleşmez. Meyve ve sebze, et ve balık, hububat ve süt ürünlerinden oluşan, doğal ve doğru bir karışımla vücudunuz daha dirençli olur. Eğer böyle beslenirseniz birkaç hafta sonra kendinizi daha iyi hissetmekle kalmayacak görmeniz de daha iyi olacak. Kısacası güzellik içten geliyor. Beslenme uzmanları hangi besinlerin en iyi güzellik faktörü olduğunu şöyle sıralıyorlar:

DÜZGÜN BİR CİLT
Her gün bir miktar ayçiçeği çekirdeği veya kabak çekirdeği yiyin. Bu çekirdekler esas halinde element olan çinko içerirler. Vücutta çinko eksikliği ise derinin daha çabuk buruşmasına yol açar. Ayrıca sabah ve akşam kivi yiyin. Bu meyvenin içerdiği C vitamini dolaşımı harekete geçirir ve bunun sonucu olarak deri daha iyi beslenir. Yumuşak bir cilt için A vitamini de önemlidir. Bu vitamin balıkyağında fazla miktarda vardır. Üç ayda bir, iki haftalık bir kür yapın.


PARLAK GÜR SAÇ
Haftada dört yumurta yiyin. Yumurtada saça parlaklık kazandıran bol miktarda kükürt vardır. Bol protein içeren besinler (et, balık, kümes hayvanları, peynir) salatayla birlikte yendiğinde saç gür olur. Çünkü saçın yüzde 97'si protein maddesi olan keratinden oluşuyor.


PARLAK GÖZLER
Haftada üç kere az bir miktar bitkisel yağla pişirdiğiniz havuç yiyin. Havuçtaki A ve E vitaminleri görmeyi kuvvetlendirir, gözlere parlaklık kazandırırlar. Kepek, çavdar ekmekleri içerdikleri selen elementinden dolayı gözleri hastalık mikroplarından korur.


KUVVETLİ TIRNAKLAR
Her gün yoğurt yiyin. Yoğurtta tırnakların oluşumu için önemli olan protein vardır. Toz jelatin de bu etkiyi fazlalaştırır. Kırılan tırnaklara karşı ceviz ve yer fıstığı yiyin. Her ikisi de tırnakları sertleştiren biotin içerir.


SAĞLIKLI DİŞLER
Günde iki kere 150 gram yağsız peynir yiyin. Peynirdeki kalsiyum dişetini kuvvetlendirir, dişleri sağlamlaştırır. Ayrıca balık ve kümes hayvanları da dişlerin sağlam olması açısından önemlidir. Bunlarda dişleri sertleştiren fosfor vardır.


GERGİN GÖĞÜSLER
Günde iki kere öğünler arasında bir bardak ananas suyu için. Ananasın içerdiği bol miktardaki bromelain enzimi dokuları gerginleştirir. Sabahları kahvaltıdan önce bir çorba kaşığı bitkisel yağ, hücreleri zararlı maddelerden ve serbest radikallerden korur, sizi gençleştirir.



KAN GRUBUNA GÖRE BESLENME

Yapılan son araştırmalar kan gruplarıyla beslenme arasında bir ilişki olabileceğini ortaya koyuyor. Bir kan grubu için kötü olan yiyecek başka bir kan grubu için iyi olabiliyorlar. Araştırmacılar ayrıca niçin bazı insanların daha çabuk kilo aldıklarını da ortaya çıkarıyorlar. İşte kan grupları ve beslenme düzenleri:

0 GRUBU
Yemeniz gerekenler: Et, protein yönünden zengin yiyecekler.
Yememeniz gerekenler: Buğday ve diğer tahıllar.
Yapmanız gereken egzersizler: Herhangi bir aerobik programı.
Sağlık riskleri: Ülser, mafsal iltihabı.


A GRUBU
Yemeniz gerekenler: Sebzeler, karbonhidratlı yiyecekler.
Yememeniz gerekenler: Et ve yağ.
Yapmanız gereken egzersizler: Yürüyüş, yoga, meditasyon.
Sağlık riskleri: Kanser ve kalp krizi.


B GRUBU
Yemeniz gerekenler: Et, sebze ve süt ürünleri.
Yememeniz gerekenler: Özellikle yememeniz gereken yiyecek yok. Aşırıya kaçmamak şartıyla her şeyi yiyebilirsiniz.
Yapmanız gereken egzersizler: Yüzme ve yürüyüş.
Sağlık riskleri: Sinirsel rahatsızlıklar.


AB GRUBU
Yemeniz gerekenler: A ve B gruplarındaki yiyecekler sizin için de geçerlidir.
Yememeniz gerekenler: A ve B gruplarındaki yiyecekler.
Yapmanız gereken egzersizler: Rahatlatıcı, gevşetici hareketler.
Sağlık riskleri: Bağışıklık sisteminiz çok güçlü.


Avrupalı bilim adamlarının ortaklaşa gerçekleştirdikleri bir araştırmaya göre pişmiş sebzeler kalp hastalıkları ve kansere karşı korunmada çiğ sebzeye oranla çok daha etkili oluyor. Pişirme bitki hücrelerini yumuşatarak karotenoidlerin, yani doku bozukluklarına karşı etkili olan ve hücre plaklarının atardamarlarda toplanmasını engelleyen antioksidanların, bağırsaklarda daha iyi emilmesine olanak tanıyor. Norwich Besin Araştrma Enstitüsü uzmanlarından Sue Southonduz çiğ havuçta karotenoidlerin emilme oranının yaklaşık yüzde 3 ya da 4 olduğuna, ancak sebzenin haşlanıp ezilmesi durumunda bu oranın dört beş kat arttığına dikkat çekiyor Karotenoidlerin bedene aktarılmasında karşılaşılan sorunlardan bir tanesinin, çevresi sert bir duvarla örtülü hücrelere sahip olan havuz türü besinlerde olduğu gibi özellikle besinin yapısından kaynaklandığına parmak basan Southon bu soruna getirilecek en iyi çözümün sebzeyi pişirmek olduğunu belirtiyor..

Havucun içerdiği en önemli karotenoidin, ıspanak ve brokoli gibiyeşil sebzelerde de bol miktarda bulunan karoten olduğu belirtiliyor. Sağlığa yararlı etkileri olan öteki karotenoidler arasında sarı ve yeşil sebzelerde bulunan "lutein" ile domates ve karpuzun özünü oluşturan "likopen" gibi maddeler de yer alıyor.

İngiltere, Hollanda, İspanya, İrlanda ve Fransa'dan bilim adamlarının katılımıyla oluşan ekip pişmiş ya da işlemden geçirilmiş belli miktarda sebzelerden elde edilen kesim karoteniod oranını belirlemeye çalışıyor. Böylece bedenin gereksindiği günlük karotenoid miktarı da belirlenmiş olacak.Söz konusu araştırmanın temelini Toronto Üniversitesi'nden Venket Rao ve ekibinin 1997 yılında elde ettiği, domates salça ve püresinin likopen açısından çiğ domatese kıyasla çok daha zengin olduğu yönündeki bulgular oluşturuyor. Araştırma genelde insanların, pişmiş, çiğ, püre, dondurulmuş ya da konserve olsun, daha çok sebze ve meyve yemeleri gerektiğini, karotenoid ve E vitamini gibi maddelerin ilaç yerine doğrudan besinlerden alınmasının daha yararlı olduğunu ortaya koyuyor.

Kan grubunu değiştiren teknik

Bilimadamlarının geliştirdiği kan grubunu değiştiren teknikle kan bulma sıkıntısı sona erecek.

Bu buluş sayesinde, özellikle 0 grubu kan stoklarının artırılması ve uygun kan bulma sıkıntısının sona erdirilmesi hedefleniyor.

0 grubu tüm kan gruplarına kan verebildiği için genel kan tipi olarak kabul ediliyor. Hastalara yanlış grup kan vermek ise ölümlere yol açabiliyor.

Kopenhag Üniversitesi bilimadamları, Nature Biotechnology adlı tıp dergisinde yayımlanan araştırma raporunda A,B ya da AB grubu kanları 0 grubuna nasıl çevirdiklerini tarif etti.

İşlem sırasında bakteri enzimler 'makas' rolü oyunayarak alyuvarların yüzeyindeki şeker moleküllerini kesip çıkarıyor.

Kan grubu A ve B olan kişilerin kanında bağışıklık sistemini harekete geçiren iki farklı şeker molekülünden biri bulunuyor. 0 grubunda olanlarda ise bu antijenlerini ikisi de bulunmuyor. AB grubunda ise her ikisi de bulunuyor.

Bilimadamları, 2 bin 500 tür bakteri cinsi üzerinde yaptıkları araştırmalar sonrası bu bakterilerden 2 tanesinden elde edilen enzimlerle akyuvarlardaki A ve B antijenlerini ortadan kaldıran enzimler elde etmeyi başardı.

Bu sayede A, B ya da AB grubu genel kan grubu olan 0'a dönüştürülebildi.

İğnenin ucundaki risk

Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre, sağlık çalışanları arasında iğne yaralanmalarına en fazla maruz kalan kesimi hemşireler oluşturuyor.

Dünya genelinde hastanelerdeki her bin iğne yaralanmasından 3-5’inin HIV, 300’ünün Hepatit B, 20-50’sinin ise Hepatit C ile sonuçlanma olasılığı bulunuyor.

ILO tarafından hazırlanan bültende, dünyada her 8 sağlık çalışanından en az 1’inin sağlıkları açısından tehlikeli ya da öldürücü olabilecek enfeksiyonlar taşıyan iğne yaralanmalarına maruz kaldığı belirtildi.

Sağlık çalışanları arasında ABD’de yılda 800 bin ile 1 milyon civarında, İngiltere’de ise 100 binin üzerinde iğne yaralanması vakasının tespit edildiği kaydedilen bültende, gelişmekte olan ülkelerde ise sağlık çalışanlarının iğne yaralanmalarının hemen hemen hiç kayıtlara geçmediğine dikkat çekildi.

Sağlık sektöründe görev yapanlar içinde hemşirelerin iğne yaralanmalarına en fazla maruz kalan kesimi oluşturdukları ifade edilen bültende, dünya genelinde her bin iğne yaralanmasından 3-5’inin HIV, 300’ünün Hepatit B, 20-50’sinin ise Hepatit C ile sonuçlanma olasılığının bulunduğu bildirildi.

Merkezi Cenevre’de bulunan Uluslararası Hemşireler Birliği’ne (ICN) göre, iğne yaralanmalarının önlenmesinin hemşirelikteki sorunların sadece biri olduğu kaydedilen bültende, ağır iş yükü, uzun çalışma saatleri ve iş yerlerindeki tehlikelerin hemşirelerin fiziksel ve psikolojik sağlıklarını olumsuz etkilediği, bunun sonucunda birçok kişinin mesleği bıraktığı anlatıldı.

İngiltere’de yeni mezun olan her üç hemşireden birinin mesleğe girmediğine işaret edilen bültende, yapılan bir çalışma sonucunda ABD, Kanada, İngiltere, İskoçya ve Almanya’da hemşirelerin yüzde 41’inin işinden memnun olmadığını, yüzde 22’sinin ise bir yıl veya daha az bir süre içinde mesleği bırakmayı planladığını gösterdiği bildirildi.

Akne neden olur?

Genetik, ırksal, hormonal, psikolojik faktörler kişinin akneli olmasında etkilidir.

Bazı ilaçlar ve kozmetikler de akne yapabilir. Bazı meslekler akneyi etkiler. Sıcak ve rutubetli çevre akne için iyi değildir. Ergenlik çağındakilerin yüzde 80’inde farklı şiddetlerde akne bulunur. Ergenlikten sonra da bazı kişilerde akne devam edebilir. Kadınlarda adet kanamalarıyla ilişkili olabilir. Bazı hastalarda da özellikle kadınlarda yetişkinliğe kadar akne görülmeyebilir.

DİYETİN FAYDASI OLUR MU?
Çikolata, yağlı yiyecekler, kuruyemişler sık suçlanır. Ancak bilimsel olarak akneye neden olduğu ya da akneyi arttırdığı saptanmış bir yiyecek yoktur. Bununla birlikte sağlıklı beslenme herkes için olduğu gibi akneli hastalar için de gereklidir.

AKNE NEDEN TEDAVİ EDİLMELİDİR?
Akne cildimizde ve psikolojimizde izler bırakabilir. En önemli tedavi nedeni bu izleri önlemektir. Aknenin cildimizdeki izlerinin tedavisi akne tedavisinden daha zordur ve yüzde yüz sonuç alındığı söylenemez. Tedavi sonucunda kişinin akneli geçireceği dönem kısalmış olur. Çünkü genelde ergenlik yüzündendir ve geçer denilen bu durumun ne kadar zamanda geçeceğini tahmin etmek zordur. Bazen yıllarca devam eder.

SİVİLCEDE DERİYE SÜRÜLEN İLAÇLAR NE ZAMAN VE NASIL KULLANILIR?
Hafif ve orta şiddetteki akne tedavisinde çoğunlukla bu tür ilaçları kullanırız. Antibiyotik tedavisiyle birlikte de kullanılabilir. Kullanılan ilaçlar krem, jel, losyon, temizlik ürünleri şeklinde olabilirler. Krem tedavilerinin günde kaç kez ve nasıl uygulanacağı önemlidir.Çoğu sivilce kremi ciltte hafif kızarıklık, kuruma yapabilir. O yüzden çok fazla miktarda ve sıklıkta sürülmemelidir.

AĞIZDAN İLAÇ TEDAVİSİ NE ZAMAN VERİLİR?
Antibiyotik tedavisi harici tedavilerin yeterli olmadığı durumlarda uzun süreli kullanılabilir. Özellikle adet bozukluğu ve tüylenme şikayeti olan bayan hastalar hormonal açıdan da incelenmelidir. Doğum kontrol hapı gibi ilaçlar bu durumlarda kullanılır. Retinoid tedavisi A vitaminine benzer bir ilaçtır. Diğer tedavi yöntemlerine cevap vermeyen veya hızla iz bırakan akneleri olan hastalarda uygulanabilir.

AKNE İZLERİ NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Akne izlerinde laser, dermabrazyon, kimyasal peeling, dolgu maddeleri, cerrahi yöntemler kullanılabilir. Hastaya göre kullanılacak yöntem değişir.

LAZER TEDAVİSİ KİME YAPILIR?
Lazer tedavileri öncelikle izleri gidermeye yöneliktir. Akne tedavisinde kullanımıyla ilgili çalışmalar da vardır. Akne tedavi edildiğinde bazı hastalarda akne yerlerinde kalan kızarıklıklar ve deri yüzeyini bozan izler hastalar için büyük kozmetik problem oluşturmaya devam eder.

LAZERLER NASIL ETKİ EDER?
Lazer sistemlerinin bazıları deride soyma yaparak etkili olurlar. 5-10 gün içinde deri yara olup iyileşir. Bir süre hafif bir kızarıklık olabilir. Bu lazerler iz, lekelenme, enfeksiyon gibi riskler nedeniyle sınırlı hastalarda deneyimli doktorlar tarafından uygulandığında başarılı olabilir.Deriyi soyan lazerlerin uygulama zorluğu nedeniyle kullanımları çok sınırlıdır. Yeni lazer sistemleri bu açıdan çok avantajlıdır. Aslında uzun yıllardır kılcal damar tedavisinde kullanılan Pulse-dye lazer artık hafif ve orta şiddette sivilce ile birlikte olan kızarıklığın tedavisinde kullanılıyor. Ben de bu lazerle hastanın günlük yaşamını etkilemeden çok başarılı sonuçlar aldım. Bu lazerin ayrıca kollajen üretimini arttırıcı etkisi bulunuyor. Çöküklükler kabarıklıklar şeklinde oluşan izlerde de faydalı olabiliyor. Bu lazer FDA onaylı yurtdışında da çok kullanılan bir lazer çeşidi.

PULSE DYE LAZER TEDAVİSİ KOLAY MIDIR?
Pulse-dye lazer tedavisi hastayı kısa sürede etkili ve güvenli bir şekilde görünüm açısından da memnun eden bir tedavidir. Tedavi süreci hastanın normal yaşamını sürdürmesini kısıtlamaz. Deri yüzeyini etkilemez. Birkaç gün sürebilen kızarıklık, morluklar olabilir. Kapatıcıyla kapatılabilirler. İşe, okula devam edebilirler.

KAÇ TEDAVI SEANSI GEREKİR?
Sonuçlar 3-4 haftada alınmaya başlar. Genel olarak bir kaç seans tavsiye edilir. Her tedavi seansı 15-20 dakika kadar kısa sürer.

TEDAVİ AĞRILI MIDIR?
Hayır. Tedavi sırasında hafif bir rahatsızlık duyulabilir. Bu genelde bir lastiğin deri yüzeyine çarpması şeklinde bir histir.

AKNE TEDAVİSİNDE YAPILAN YANLIŞLAR NELERDİR?
En önemli eksiklik hasta doktor iletişimidir. Hastanın akne hakkında fazla bilgiye sahip olmaması, hastalara yoğunluk içinde akne ve tedavi hakkında fazla bilgi verilememesi bir müddet sonra tedavinin yan etkiler nedeniyle ya da işe yaramıyor diye bırakılmasına neden olabilir. Bazı hastalar da ilaçları düzensiz kullanmakta bu yüzden de başarılı sonuç alamamaktadır. Akne tedavisi basamaklar halinde uygulanır. Mevcut tedaviye cevap alınamıyorsa bir üst basamağa geçilir. Bunun içinde genelde 4-8 hafta kadar beklemek gerekir.

TEDAVİ SONRASI AKNE TEKRARLARSA NE YAPMALI?
Öncelikle akne geçse bile doktorla konuşmadan ilaçların bırakılmaması gerekir. Bu gibi durumlarda hastalığın tekrarlama riski daha fazladır. Bazı hastalarda akneler inatçıdır ve gerekirse tedaviler doktor kontrolünde tekrarlanabilir ve sonuç alınır.

Dinozorların yüzme bildiği kanıtlandı

İspanya’nın La Virgen del Campo bölgesinde bulunan 125 milyon yıllık fosilleşmiş pençe izleri, etobur dinozorların arka ayaklarını hareket ettirerek güçlü akıntılara karşı yüzebildiğini gösterdi.

Journal Geology dergisinin Haziran sayısında yer alan makaleye göre, 125 milyon yıl yaşındaki bu kanıtlar uçmayan dinozorların yüzebildiğiyle ilgili en güçlü kanıtı oluşturuyor.

Paleontolog Ruben Ezquerra ve ekibi tarafından yapılan araştırmada yaklaşık 16 metre uzunluğundaki bir patikada “S” şeklinde 12 tane pençe izi bulundu. Bu bölge karada yaşayan dinozor fosillerinin yoğunlukla bulunduğu bir alan olarak da biliniyor.

Pençe izlerinin şekli ve aralarındaki mesafenin ölçülmesi, dinozorun 2-3 metre derinlikte yüzerken zemini iterek güç aldığını ve kendini öne iteleyebildiğini gösteriyor.

Biliminsanları bu yüzme şeklinin bugünkü su kuşlarınınkine benzediğini söylüyor.

Uzun zamandır dinozorların yüzme kabiliyetine sahip olup olmadığını araştıran biliminsanları, iki sene önce ABD’nin Wyoming eyaleti sınırları içerisine bulunan eski bir denizde, iki ayaklı bir dinozorun yüzebildiğine dair izler keşfetmişti.

Biomekanik modelleme ve dinozor fizyolojisini daha iyi kavramak için önemli olan buluşun, bilim dünyasında yeni araştırma alanları yaratması bekleniyor.

Friday, May 25, 2007

Kokunun Hafıza Üzerine Etkisi

Koku, hafızayı güçlendiriyor Science Dergisi'nin haberine göre hafızanızı güçlendirmek istiyorsanız, bir gül koklayın.

Almanya’daki Lübeck Üniversitesi bilim adamlarından Jan Born ve ekibi, uykunun hafızaya nasıl etki ettiğini bulmak için, deneklere bilgisayardan çift objeler ve kartlar gösterdiler.

Denekler sonra iki gruba ayrıldı ve birinci grup gül kokusu, ikinci grup ise hiçbir şey koklatılmadan uyutuldu. Deneklere uyku sırasında da koku koklatan uzmanlar, uyku sırasında beynin verdiği reaksiyonları MRI cihazıyla ölçtüler.

Deneye katılanların yüzde 97.2’si, bir gün sonra uyumadan önce kendilerine gösterilen kartların yerlerini hatırladılar. Gül kokusunu koklamadan uyuyanlarda ise bu oran yüzde 86’da kaldı. MRI taramalarında da uyku sırasında koku koklatılan deneklerin beyinlerinin hippocampus bölümünde aktivite tespit edildi.

Çift güneşli gezegen

Çift güneşli gezegen mümkün mü?

Bilimadamları, Star Wars filmindeki iki güneşli gezegenin fantezi olmayabileceğini düşünüyor.

ABD'nin Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) araştırmacıları, 1997 yapımı filmde kahramanın ufukta izlediği iki kızıl güneşin olduğu klasik sahnenin benzerlerinin evrende olabileceğinin gözlendiğini belirtti.

NASA'nın Spitzer Uzay Teleskobu ile, güneş gibi tek yıldız etrafında yer alan gezegen sistemleri gibi çift yıldız etrafındaki gezegen sistemlerinin de yaygın olduğunu gözlemleyen araştırmacılar, bulgularının ayrıntılarını Astrophysical Journal adlı gökbilim dergisinde yayımladı.

Bilimadamları, araştırmalarında Spitzer teleskobundaki kızılötesi kamerayı kullanarak, çift yıldız ya da başka deyişle ikili yıldız etrafındaki toz disklerini gözlemledi.NASA'nın Jet Tepkime Laboratuvarı'ndan (JPL) Karl Stapelfelt, "Çift yıldızların olduğunu biliyoruz, ancak sorun orada durup iki güneşin batımını izleyebileceğiniz bir gezegen olup olmadığı" derken, Spitzer teleskobuyla yapılan gözlemlerden böyle gezegenlerin bulunduğu sonucunun çıktığını söyledi.

Toz diskleri, gezegeni oluşturan parçaların artıklarından oluşuyor. Bilimadamları, toz disklerinde gezegenlerin de olabileceğini, ancak kesin olmadığını düşünüyor.Dünyadan 50 ile 200 ışık yılı uzaklıktaki 69 çift yıldızlı sistemi inceleyen NASA ekibi, ikili yıldız sistemlerinin yüzde 40'ının toz diskleri bulunduğunu tespit etti.

Uzaydan volkanik patlama


NASA volkan patlamasını uzaydan işte böyle görüntüledi.

Geçtiğimiz günlerde Rusya'da Shiveluch Volkanında meydana gelen patlamalar gökyüzüne 9.750 metre boyunda dev dumanlar gönderdi.

Nasa tarafından görüntülenen bu gri- kahve duman tabakası ise bu tür patlamalarda oluşanlardan biraz farklıydı. Buz kütleleriyle kaplı kara parçasının üzerinde gölge oluşturan bu duman kütlesi ilginç görüntülerin oluşmasına neden oldu.

Geçtiğimiz 10 bin yıl içinde 60 adet patlamanın meydana geldiği Shiveluch volkanı dünyadaki aktif volkanlardan biri.

Isınmanın Dünyanın Dönme Hızına Etkisi..


Dünya ısındıkça daha hızlı dönecek !Bilim adamları küresel ısınma yüzünden dünyanın daha hızlı döndüğünü açıkladı.
Almanya Max Planck Meteroloji Enstitüsü’nden bilim adamları küresel ısınma yüzünden dünyanın daha hızlı döndüğünü açıkladı. Dönüş hızının artmasına bağlantılı olarak gelecekte günler de kısalacak.
Merkezi Hamburg’da bulunan Max Planck Enstitüsü’nden Jeofizik uzmanı Felix Landerer ve ekibi küresel ısınmanın yarattığı ısıyla dünyadaki suların ısınıp genleştiğini dolayısıyla da su seviyesinin arttığını belirterek bu genleşmenin dünyadaki su dağılımına ne gibi bir etki yapacağını anlatmak için bir model geliştirdi.
Bu model üzerinden açıklama yapan Felix Landerer dünyanın Güneş etrafındaki normal dönüş hızının 23 saat 56 dakika sürdüğünü fakat dönüş hızının küresel ısınmaya bağlı olarak 200 yıl içinde 0.12 mil daha hızlı olacağını söyledi.

Bal Peteğindeki Matematik Sırlar


* Büyük bir alanı, daha küçük parçalara en iktisatlı şekilde bölmeyi arılar nereden öğrendi?
* Altıgenin, eşkenar üçgen ve kareye nazaran avantajlı tarafları…
* Altıgen bir prizma şeklinde olan peteğin, açık ucunu kapatmak için kullanılacak balmumunun israf edilmemesi için, nasıl bir geometri uygulanmalıdır?
* Arıların, azamî tasarruf prensibi, geometri bilgisi ve mimarî hususunda gösterdikleri hayretengiz davranışlarının kaynağını “içgüdü” tabiriyle izah edebilir miyiz? Yoksa buna Sevk-i İlâhî mi demeliyiz?
Bal peteğinin enteresan mimarisi tarih boyunca insanların ilgisini çekmiştir. Yan yana altıgenlerden oluşan bu yapı, son derece hassas olup ortalama duvar kalınlıkları 0,1 mm'dir. Bu ortalama değerden sapma ise, en fazla 0,002 mm kadardır. Peteklerin inşasında uyulan geometri kaidelerinin ne derece ideal olduğunu anlayabilmek için, matematikî bir bakış açısına sahip olmak gerekir.
Daire, belli bir sabit alanı çevreleyen en kısa kenar uzunluğuna sahip geometrik şekildir. Meselâ alanı 10 cm2 olan kare ve dairenin çevre uzunlukları karşılaştırıldığında, dairenin çevresinin daha kısa olduğu görülür. Ancak bal peteğinin inşasında durum tam olarak böyle değildir. Burada bal peteğinin geniş çerçevesi, eşit ve daha küçük alanlara bölünecektir ve bölme işleminde en az çevre uzunluğuna sahip şekil kullanılacaktır. Çerçeveyi, eşit alanlara sahip küçük daireler şeklindeki peteklere bölmek istersek, yukarıda ifade edildiği gibi en kısa kenar özelliği sağlanacak, fakat dairelerin kenarları arasında kalan boşluklar için daha fazla mum harcanmış olacaktır.Halbuki bu problemi, en kısa kenar uzunluğu ve en az malzemeyle (mum) çözmek için geometri prensiplerine müracaat ettiğimizde, peteklerin bölünmesinde çokgenlerin kullanılması gerektiği görülecektir. Kenar sayısı n olan aynı alana sahip çokgenler düşünelim. Bunların içerisinde en kısa çevre uzunluğuna sahip olanı düzgün n-gendir. Düzgün ile kastedilen, bütün kenarları ve iç açıları eşit olandır. Bu tip bir çokgen, her zaman bir dairenin içine çizilebilir ve çokgenin köşeleri çemberin çevresi üzerindedir. Böyle bir yapının ideal daire şekline yakın olmasından dolayı çevre uzunluğu en az olmaktadır. Meselâ eşit alanlı üçgenler içerisinde en kısa çevre uzunluğu eşkenar üçgende, dörtgenler arasında en kısa çevre uzunluğu ise karede elde edilir. Benzer şekilde beşgen ve altıgenler kendi aralarında kıyaslanırsa, en kısa çevre uzunluğu düzgün beşgen ve altıgende elde edilebilir.
Akla gelebilecek ilk soru, belli bir alanı bölerken hangi düzgün çokgeni kullanmamız gerektiğidir. Bir daire ve içerisine çizilmiş n kenarlı bir düzgün çokgenin bir kısmı Şekil 1'de gösterilmiştir. Şekilden de görülebileceği gibi çokgenin bir iç açısı 180-360/n derecedir. Verilen bir geniş alanı küçük alanlara bölmek istediğimizde, komşu çokgenlerin birbirlerine tam oturması ve aralarında boşluk kalmaması gerekir. Bunun olabilmesi için birbirine yaslanan komşu çokgen köşelerine ait iç açıları toplamı 360 derece olmalıdır (Şekil 2). Başka bir ifadeyle bir iç açının tam sayı bir katı 360 derece olmalıdır. N komşu iç açıların adedini temsil etmek üzere, bu durumda aşağıdaki denklemi yazabiliriz (N tamsayıdır):
N (180 - 360 / n ) = 360
Buradan N çözülürse
N = 2n / (n-2)= 2 + 4 / (n-2)
ifadesi elde edilir.
Bulmak istediğimiz, hangi kenar sayısı n için, N değeri tamsayı olmaktadır. Tamsayı değerleri, sadece n=3, 4 ve 6 için elde edebiliriz ve 6'dan büyük hiçbir rakam için tamsayı elde edilemez. Yani bir alanı boşluksuz bölmek istersek, ya üçgen, ya dörtgen veya altıgen kullanmalıyız. Kenar sayısı 6'dan fazla olan düzgün bir çokgen ile boşluksuz bölme mümkün değildir. Benzer şekilde düzgün beşgenler de uygun bir çözüm değildir. Şekil 3'te üç düzgün beşgenin yan yana getirilmesi ile 36O açılı boş bir alan ortaya çıkmıştır. Halbuki altıgenler boşluksuz yan yana getirilebilirler (Şekil 4). Ayrıca eşit alanlı üçgen, dörtgen ve altıgen birbiri ile karşılaştırıldığında, en az çizgi uzunluğu altıgende olmaktadır. Dolayısı ile en az balmumu sarfiyatı bu şekilde bölme kullanılarak elde edilebilir.
Matematikçiler ayrıca, kenarları doğru olmayan, eğri olan çokgenlerin daha iyi olup olmadığını da araştırdılar. Kenar eğri olunca, bir çokgende dışbükey şekil elde edilirken komşu çokgende ister istemez içbükey şekil elde edilmektedir. Dışbükey eğri ile elde edilen avantajı (daire parçasına daha fazla benzemesinden dolayı) içbükey eğriden gelen daha fazla dezavantaj yok etmekte ve net olarak bir kazanç elde edilememektedir. Michigan Üniversitesi’nden Thomas Hales 1999'da tartışmalara son noktayı koydu ve bir alanı eşit küçük alanlara ayırmak istediğimizde, en ideal şeklin düzgün altıgen olduğunu ispatladı. Her ne kadar altıgen şeklin, ideal bir şekil olduğu uzun zamandır belirtilse de, bunun sağlam bir matematik ispatı yapılamamıştı. 1999'da ispatını ancak yapabildiğimiz bir çözümü, arıların milyonlarca yıldır şaşırmadan Sevk-i İlâhî ile uygulamaları, Allah'ın ilhâmından başka ne olabilir ki... Şâyet arıların petek inşa teknikleri ilk yaratıldıkları dönemden bu yana evrimleşerek gelseydi, fosil kayıtlarında, altıgen dışında başka geometrik şekillere de rastlanması gerekirdi. Halbuki başka bir şekildeki bal peteğinin kullanıldığına dâir ipucuna rastlanmamıştır. Bizzat Charles Darwin bal peteğini, işçilik ve balmumunu mükemmel ekonomize eden bir mühendislik harikası olarak tanımlamıştır.
Şimdiye kadar probleme iki boyutlu baktık. Ancak bal peteği üç boyutlu bir cisim olup altıgen prizma şeklindedir. Altıgen prizma şeklindeki petekler iki tabaka hâlinde olup, bir uçları açık, diğer kapalı uçları ise sırt sırta yerleştirilmiştir (Şekil 5). Çerçeve yere dik gelecek şekilde yerleştirildiğinde, prizmalar yatay ile 13O’lik bir eğim açısı yapacak şekilde inşa edilmiş olurlar ve bu açı balın akmaması için yeterli olan en küçük açıdır. Acaba peteğin kapalı ucunda en az balmumu sarfiyatı için nasıl bir geometri olmalıdır? 1964'te matematikçi Fejes Toth, en ideal kapatmanın iki altıgen ve iki kare ile sağlanabileceğini gösterdi (Şekil 6a). Arılar ise biraz farklı olarak üç eşkenar dörtgenle kapatma yapmaktaydılar (Şekil 6b). Eşkenar dörtgenlerin iç açıları 70,5O ve 109,5O olup, üç eşkenar dörtgen çatısı şekli için en ideal matematik çözümü vermektedir. Görünüşte arıların uygulamasında iki altıgen ve iki kareye göre alanda % 0,035'lik çok küçük bir kayıp olmaktaydı. Ancak gözden kaçırılan bir nokta vardı, o da hesaplamalarda duvar kalınlığı son derece ince alınıyordu.
Araştırmacılar, Toth'un matematik modelini tecrübe etmek üzere sıvı hava köpüğü kullandılar. İki cam arasına, iki tabaka olacak şekilde 2 mm çaplı kabarcıklara sahip deterjan çözeltisi pompaladılar. Camlarla temas eden kabarcıklar altıgen yapılara dönüştü. Ortada iki tabakanın sınırında ise Toth'un öne sürdüğü iki altıgen ve iki kare şeklindeki yapı oluştu. Kabarcık duvarları biraz kalınlaştırıldığında ise, enteresan bir durum ortaya çıktı ve yapı birden arılarda olduğu gibi üç eşkenar dörtgen yapısına dönüştü. Deney, arılara en ideal şeklin ilham edildiğini teyit etmekteydi.