Thursday, May 31, 2007

Yalan söylemek artık imkansızlaşıyor..


ABD'li bilim adamlarının araştırması, yalan söyleyen insanların beyninin doğruyu söyleyenlerinkine oranla değişiklik gösterdiğini ortaya koyuyor.
'fMRI' ya da 'Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme' yöntemi kullanılarak yapılan araştırma, sadece yalan söylerken beyinde neler olup bittiğini göstermekle kalmıyor, yalan makinesi konusunda yeni bir teknoloji sağlıyor.
Philadelphia Ünversitesi'nin araştırmasını yürüten Dr. Scott Faro, yalan söylerken beynin bazı özel bölgelerinin değişiklik gösterebileceğini ve bunun ölçülebileceğini belirterek doğruyu söylerken de bazı bölgelerin değişikliğe uğrayabileceğini kaydetti.
Açık fark var
Deneyde, gönüllülere oyuncak tabancayla ateş etmeleri ardından da bunu yapmadıklarını söylemeleri, diğer gönüllülerden de gerçeği anlatmaları istendi.
Beynin gerçek zamanlı görüntüsünü veren fMRI teknolojisinin kullanıldığı deneyde, yalan söyleyenlerle doğruyu anlatanların beyinleri arasında açık bir değişiklik saptandı.
Yalan çaba gerektirir
Doktorlar, yalan sırasında beynin yedi, doğruyu söylerken de dört bölgesinde faaliyet saptadıklarını belirterek, ayrıca yalan söylemenin doğruyu söylemekten daha çok çaba gerektirdiğini belirlediklerini kaydetti.
Yalan söylemek beynin ön tarafında orta iç, ön merkez, 'hippocampus' ve orta geçici bölge ile limbik bölgelerinde faaliyete yol açıyor, doğruyu söylerken de ön yuvarlak, geçici yuvarlak ve 'cyngulat gyrus' bölgeleri faaliyete geçiyor.
Bilim adamları, bu teknolojinin etkin bir yalan makinesi olarak kullanılabileceğini, özellikle terör zanlıları ve karmaşık kriminal vakaların çözümünde yararlı olabileceğini belirtiyor.

Cep Telefonları İnsan DNA'sını Bozuyor


Hayatımızın ayrılmazlarından biri haline gelen cep telefonlarından yayılan radyo dalgalarının vücut hücrelerine zarar verdiği, DNA yapımızı bozduğu laboratuvar deneylerinde tespit edildi. Kaliteli telefon ve kulaklık kullanılması tavsiye ediliyor.

Cep telefonu üreticileri ne kadar aksini iddia etseler de bilim adamları cep telefonundan yayılan radyo dalgalarının vücut hücrelerimize ve DNA'mıza zarar verebileceğini deneylerinde kanıtladılar.

DNA üzerinde etkilerin tehlikeli boyutlarda olduğunu belirten bilim adamları radyasyon nedeniyle mutasyona uğrayan hücrelerin kanser riskini beraberinde getirdiğini belirtiyor.
Avrupa Birliği'nin konuyla ilgili kuruluşları, yine de insanların henüz endişelenmesine gerek duyulacakcak bulgulara ulaşılmadığını belirtiyorlar.

Dünya üzerinde 1.5 milyar cep telefonu halen kullanımda. Bu gelecek nesillerin ne kadar büyük risk altında olduğunun göstergesi.

Mobil telefonların etkileşim standardı SAR (Özel Soğurma Oranı) cep telefonunun çalışırken insan vücuduna etkisini belirten bir birim. Cep telefonu baz istasyonuna yakın olduğunda bu değer düşerken uzaklaştıkça artıyor. Uluslararası yönergelerde SAR seviyesinin 2 W/kg olmasının insan sağlığını etkilemediğini belirtiyor. Zaten bu seviyenin üzerindeki telefonların satılması yasak. Ancak bunun her ortamda ölçülüp ölçülmediği bir muamma.

Her ihtimale karşı, telefon alırken SAR seviye test sonuçlarını kontrol etmekte ve kulaklık kullanmakta fayda olabilir.

BESİNLERLE GÜZELLEŞİN


Doğru beslenmeyle gerçekten güzelleşebilir misiniz? Tabii ki evet. Ancak bu olay bugünden yarına gerçekleşmez. Meyve ve sebze, et ve balık, hububat ve süt ürünlerinden oluşan, doğal ve doğru bir karışımla vücudunuz daha dirençli olur. Eğer böyle beslenirseniz birkaç hafta sonra kendinizi daha iyi hissetmekle kalmayacak görmeniz de daha iyi olacak. Kısacası güzellik içten geliyor. Beslenme uzmanları hangi besinlerin en iyi güzellik faktörü olduğunu şöyle sıralıyorlar:

DÜZGÜN BİR CİLT
Her gün bir miktar ayçiçeği çekirdeği veya kabak çekirdeği yiyin. Bu çekirdekler esas halinde element olan çinko içerirler. Vücutta çinko eksikliği ise derinin daha çabuk buruşmasına yol açar. Ayrıca sabah ve akşam kivi yiyin. Bu meyvenin içerdiği C vitamini dolaşımı harekete geçirir ve bunun sonucu olarak deri daha iyi beslenir. Yumuşak bir cilt için A vitamini de önemlidir. Bu vitamin balıkyağında fazla miktarda vardır. Üç ayda bir, iki haftalık bir kür yapın.


PARLAK GÜR SAÇ
Haftada dört yumurta yiyin. Yumurtada saça parlaklık kazandıran bol miktarda kükürt vardır. Bol protein içeren besinler (et, balık, kümes hayvanları, peynir) salatayla birlikte yendiğinde saç gür olur. Çünkü saçın yüzde 97'si protein maddesi olan keratinden oluşuyor.


PARLAK GÖZLER
Haftada üç kere az bir miktar bitkisel yağla pişirdiğiniz havuç yiyin. Havuçtaki A ve E vitaminleri görmeyi kuvvetlendirir, gözlere parlaklık kazandırırlar. Kepek, çavdar ekmekleri içerdikleri selen elementinden dolayı gözleri hastalık mikroplarından korur.


KUVVETLİ TIRNAKLAR
Her gün yoğurt yiyin. Yoğurtta tırnakların oluşumu için önemli olan protein vardır. Toz jelatin de bu etkiyi fazlalaştırır. Kırılan tırnaklara karşı ceviz ve yer fıstığı yiyin. Her ikisi de tırnakları sertleştiren biotin içerir.


SAĞLIKLI DİŞLER
Günde iki kere 150 gram yağsız peynir yiyin. Peynirdeki kalsiyum dişetini kuvvetlendirir, dişleri sağlamlaştırır. Ayrıca balık ve kümes hayvanları da dişlerin sağlam olması açısından önemlidir. Bunlarda dişleri sertleştiren fosfor vardır.


GERGİN GÖĞÜSLER
Günde iki kere öğünler arasında bir bardak ananas suyu için. Ananasın içerdiği bol miktardaki bromelain enzimi dokuları gerginleştirir. Sabahları kahvaltıdan önce bir çorba kaşığı bitkisel yağ, hücreleri zararlı maddelerden ve serbest radikallerden korur, sizi gençleştirir.



KAN GRUBUNA GÖRE BESLENME

Yapılan son araştırmalar kan gruplarıyla beslenme arasında bir ilişki olabileceğini ortaya koyuyor. Bir kan grubu için kötü olan yiyecek başka bir kan grubu için iyi olabiliyorlar. Araştırmacılar ayrıca niçin bazı insanların daha çabuk kilo aldıklarını da ortaya çıkarıyorlar. İşte kan grupları ve beslenme düzenleri:

0 GRUBU
Yemeniz gerekenler: Et, protein yönünden zengin yiyecekler.
Yememeniz gerekenler: Buğday ve diğer tahıllar.
Yapmanız gereken egzersizler: Herhangi bir aerobik programı.
Sağlık riskleri: Ülser, mafsal iltihabı.


A GRUBU
Yemeniz gerekenler: Sebzeler, karbonhidratlı yiyecekler.
Yememeniz gerekenler: Et ve yağ.
Yapmanız gereken egzersizler: Yürüyüş, yoga, meditasyon.
Sağlık riskleri: Kanser ve kalp krizi.


B GRUBU
Yemeniz gerekenler: Et, sebze ve süt ürünleri.
Yememeniz gerekenler: Özellikle yememeniz gereken yiyecek yok. Aşırıya kaçmamak şartıyla her şeyi yiyebilirsiniz.
Yapmanız gereken egzersizler: Yüzme ve yürüyüş.
Sağlık riskleri: Sinirsel rahatsızlıklar.


AB GRUBU
Yemeniz gerekenler: A ve B gruplarındaki yiyecekler sizin için de geçerlidir.
Yememeniz gerekenler: A ve B gruplarındaki yiyecekler.
Yapmanız gereken egzersizler: Rahatlatıcı, gevşetici hareketler.
Sağlık riskleri: Bağışıklık sisteminiz çok güçlü.


Avrupalı bilim adamlarının ortaklaşa gerçekleştirdikleri bir araştırmaya göre pişmiş sebzeler kalp hastalıkları ve kansere karşı korunmada çiğ sebzeye oranla çok daha etkili oluyor. Pişirme bitki hücrelerini yumuşatarak karotenoidlerin, yani doku bozukluklarına karşı etkili olan ve hücre plaklarının atardamarlarda toplanmasını engelleyen antioksidanların, bağırsaklarda daha iyi emilmesine olanak tanıyor. Norwich Besin Araştrma Enstitüsü uzmanlarından Sue Southonduz çiğ havuçta karotenoidlerin emilme oranının yaklaşık yüzde 3 ya da 4 olduğuna, ancak sebzenin haşlanıp ezilmesi durumunda bu oranın dört beş kat arttığına dikkat çekiyor Karotenoidlerin bedene aktarılmasında karşılaşılan sorunlardan bir tanesinin, çevresi sert bir duvarla örtülü hücrelere sahip olan havuz türü besinlerde olduğu gibi özellikle besinin yapısından kaynaklandığına parmak basan Southon bu soruna getirilecek en iyi çözümün sebzeyi pişirmek olduğunu belirtiyor..

Havucun içerdiği en önemli karotenoidin, ıspanak ve brokoli gibiyeşil sebzelerde de bol miktarda bulunan karoten olduğu belirtiliyor. Sağlığa yararlı etkileri olan öteki karotenoidler arasında sarı ve yeşil sebzelerde bulunan "lutein" ile domates ve karpuzun özünü oluşturan "likopen" gibi maddeler de yer alıyor.

İngiltere, Hollanda, İspanya, İrlanda ve Fransa'dan bilim adamlarının katılımıyla oluşan ekip pişmiş ya da işlemden geçirilmiş belli miktarda sebzelerden elde edilen kesim karoteniod oranını belirlemeye çalışıyor. Böylece bedenin gereksindiği günlük karotenoid miktarı da belirlenmiş olacak.Söz konusu araştırmanın temelini Toronto Üniversitesi'nden Venket Rao ve ekibinin 1997 yılında elde ettiği, domates salça ve püresinin likopen açısından çiğ domatese kıyasla çok daha zengin olduğu yönündeki bulgular oluşturuyor. Araştırma genelde insanların, pişmiş, çiğ, püre, dondurulmuş ya da konserve olsun, daha çok sebze ve meyve yemeleri gerektiğini, karotenoid ve E vitamini gibi maddelerin ilaç yerine doğrudan besinlerden alınmasının daha yararlı olduğunu ortaya koyuyor.

Kan grubunu değiştiren teknik

Bilimadamlarının geliştirdiği kan grubunu değiştiren teknikle kan bulma sıkıntısı sona erecek.

Bu buluş sayesinde, özellikle 0 grubu kan stoklarının artırılması ve uygun kan bulma sıkıntısının sona erdirilmesi hedefleniyor.

0 grubu tüm kan gruplarına kan verebildiği için genel kan tipi olarak kabul ediliyor. Hastalara yanlış grup kan vermek ise ölümlere yol açabiliyor.

Kopenhag Üniversitesi bilimadamları, Nature Biotechnology adlı tıp dergisinde yayımlanan araştırma raporunda A,B ya da AB grubu kanları 0 grubuna nasıl çevirdiklerini tarif etti.

İşlem sırasında bakteri enzimler 'makas' rolü oyunayarak alyuvarların yüzeyindeki şeker moleküllerini kesip çıkarıyor.

Kan grubu A ve B olan kişilerin kanında bağışıklık sistemini harekete geçiren iki farklı şeker molekülünden biri bulunuyor. 0 grubunda olanlarda ise bu antijenlerini ikisi de bulunmuyor. AB grubunda ise her ikisi de bulunuyor.

Bilimadamları, 2 bin 500 tür bakteri cinsi üzerinde yaptıkları araştırmalar sonrası bu bakterilerden 2 tanesinden elde edilen enzimlerle akyuvarlardaki A ve B antijenlerini ortadan kaldıran enzimler elde etmeyi başardı.

Bu sayede A, B ya da AB grubu genel kan grubu olan 0'a dönüştürülebildi.

İğnenin ucundaki risk

Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre, sağlık çalışanları arasında iğne yaralanmalarına en fazla maruz kalan kesimi hemşireler oluşturuyor.

Dünya genelinde hastanelerdeki her bin iğne yaralanmasından 3-5’inin HIV, 300’ünün Hepatit B, 20-50’sinin ise Hepatit C ile sonuçlanma olasılığı bulunuyor.

ILO tarafından hazırlanan bültende, dünyada her 8 sağlık çalışanından en az 1’inin sağlıkları açısından tehlikeli ya da öldürücü olabilecek enfeksiyonlar taşıyan iğne yaralanmalarına maruz kaldığı belirtildi.

Sağlık çalışanları arasında ABD’de yılda 800 bin ile 1 milyon civarında, İngiltere’de ise 100 binin üzerinde iğne yaralanması vakasının tespit edildiği kaydedilen bültende, gelişmekte olan ülkelerde ise sağlık çalışanlarının iğne yaralanmalarının hemen hemen hiç kayıtlara geçmediğine dikkat çekildi.

Sağlık sektöründe görev yapanlar içinde hemşirelerin iğne yaralanmalarına en fazla maruz kalan kesimi oluşturdukları ifade edilen bültende, dünya genelinde her bin iğne yaralanmasından 3-5’inin HIV, 300’ünün Hepatit B, 20-50’sinin ise Hepatit C ile sonuçlanma olasılığının bulunduğu bildirildi.

Merkezi Cenevre’de bulunan Uluslararası Hemşireler Birliği’ne (ICN) göre, iğne yaralanmalarının önlenmesinin hemşirelikteki sorunların sadece biri olduğu kaydedilen bültende, ağır iş yükü, uzun çalışma saatleri ve iş yerlerindeki tehlikelerin hemşirelerin fiziksel ve psikolojik sağlıklarını olumsuz etkilediği, bunun sonucunda birçok kişinin mesleği bıraktığı anlatıldı.

İngiltere’de yeni mezun olan her üç hemşireden birinin mesleğe girmediğine işaret edilen bültende, yapılan bir çalışma sonucunda ABD, Kanada, İngiltere, İskoçya ve Almanya’da hemşirelerin yüzde 41’inin işinden memnun olmadığını, yüzde 22’sinin ise bir yıl veya daha az bir süre içinde mesleği bırakmayı planladığını gösterdiği bildirildi.

Akne neden olur?

Genetik, ırksal, hormonal, psikolojik faktörler kişinin akneli olmasında etkilidir.

Bazı ilaçlar ve kozmetikler de akne yapabilir. Bazı meslekler akneyi etkiler. Sıcak ve rutubetli çevre akne için iyi değildir. Ergenlik çağındakilerin yüzde 80’inde farklı şiddetlerde akne bulunur. Ergenlikten sonra da bazı kişilerde akne devam edebilir. Kadınlarda adet kanamalarıyla ilişkili olabilir. Bazı hastalarda da özellikle kadınlarda yetişkinliğe kadar akne görülmeyebilir.

DİYETİN FAYDASI OLUR MU?
Çikolata, yağlı yiyecekler, kuruyemişler sık suçlanır. Ancak bilimsel olarak akneye neden olduğu ya da akneyi arttırdığı saptanmış bir yiyecek yoktur. Bununla birlikte sağlıklı beslenme herkes için olduğu gibi akneli hastalar için de gereklidir.

AKNE NEDEN TEDAVİ EDİLMELİDİR?
Akne cildimizde ve psikolojimizde izler bırakabilir. En önemli tedavi nedeni bu izleri önlemektir. Aknenin cildimizdeki izlerinin tedavisi akne tedavisinden daha zordur ve yüzde yüz sonuç alındığı söylenemez. Tedavi sonucunda kişinin akneli geçireceği dönem kısalmış olur. Çünkü genelde ergenlik yüzündendir ve geçer denilen bu durumun ne kadar zamanda geçeceğini tahmin etmek zordur. Bazen yıllarca devam eder.

SİVİLCEDE DERİYE SÜRÜLEN İLAÇLAR NE ZAMAN VE NASIL KULLANILIR?
Hafif ve orta şiddetteki akne tedavisinde çoğunlukla bu tür ilaçları kullanırız. Antibiyotik tedavisiyle birlikte de kullanılabilir. Kullanılan ilaçlar krem, jel, losyon, temizlik ürünleri şeklinde olabilirler. Krem tedavilerinin günde kaç kez ve nasıl uygulanacağı önemlidir.Çoğu sivilce kremi ciltte hafif kızarıklık, kuruma yapabilir. O yüzden çok fazla miktarda ve sıklıkta sürülmemelidir.

AĞIZDAN İLAÇ TEDAVİSİ NE ZAMAN VERİLİR?
Antibiyotik tedavisi harici tedavilerin yeterli olmadığı durumlarda uzun süreli kullanılabilir. Özellikle adet bozukluğu ve tüylenme şikayeti olan bayan hastalar hormonal açıdan da incelenmelidir. Doğum kontrol hapı gibi ilaçlar bu durumlarda kullanılır. Retinoid tedavisi A vitaminine benzer bir ilaçtır. Diğer tedavi yöntemlerine cevap vermeyen veya hızla iz bırakan akneleri olan hastalarda uygulanabilir.

AKNE İZLERİ NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Akne izlerinde laser, dermabrazyon, kimyasal peeling, dolgu maddeleri, cerrahi yöntemler kullanılabilir. Hastaya göre kullanılacak yöntem değişir.

LAZER TEDAVİSİ KİME YAPILIR?
Lazer tedavileri öncelikle izleri gidermeye yöneliktir. Akne tedavisinde kullanımıyla ilgili çalışmalar da vardır. Akne tedavi edildiğinde bazı hastalarda akne yerlerinde kalan kızarıklıklar ve deri yüzeyini bozan izler hastalar için büyük kozmetik problem oluşturmaya devam eder.

LAZERLER NASIL ETKİ EDER?
Lazer sistemlerinin bazıları deride soyma yaparak etkili olurlar. 5-10 gün içinde deri yara olup iyileşir. Bir süre hafif bir kızarıklık olabilir. Bu lazerler iz, lekelenme, enfeksiyon gibi riskler nedeniyle sınırlı hastalarda deneyimli doktorlar tarafından uygulandığında başarılı olabilir.Deriyi soyan lazerlerin uygulama zorluğu nedeniyle kullanımları çok sınırlıdır. Yeni lazer sistemleri bu açıdan çok avantajlıdır. Aslında uzun yıllardır kılcal damar tedavisinde kullanılan Pulse-dye lazer artık hafif ve orta şiddette sivilce ile birlikte olan kızarıklığın tedavisinde kullanılıyor. Ben de bu lazerle hastanın günlük yaşamını etkilemeden çok başarılı sonuçlar aldım. Bu lazerin ayrıca kollajen üretimini arttırıcı etkisi bulunuyor. Çöküklükler kabarıklıklar şeklinde oluşan izlerde de faydalı olabiliyor. Bu lazer FDA onaylı yurtdışında da çok kullanılan bir lazer çeşidi.

PULSE DYE LAZER TEDAVİSİ KOLAY MIDIR?
Pulse-dye lazer tedavisi hastayı kısa sürede etkili ve güvenli bir şekilde görünüm açısından da memnun eden bir tedavidir. Tedavi süreci hastanın normal yaşamını sürdürmesini kısıtlamaz. Deri yüzeyini etkilemez. Birkaç gün sürebilen kızarıklık, morluklar olabilir. Kapatıcıyla kapatılabilirler. İşe, okula devam edebilirler.

KAÇ TEDAVI SEANSI GEREKİR?
Sonuçlar 3-4 haftada alınmaya başlar. Genel olarak bir kaç seans tavsiye edilir. Her tedavi seansı 15-20 dakika kadar kısa sürer.

TEDAVİ AĞRILI MIDIR?
Hayır. Tedavi sırasında hafif bir rahatsızlık duyulabilir. Bu genelde bir lastiğin deri yüzeyine çarpması şeklinde bir histir.

AKNE TEDAVİSİNDE YAPILAN YANLIŞLAR NELERDİR?
En önemli eksiklik hasta doktor iletişimidir. Hastanın akne hakkında fazla bilgiye sahip olmaması, hastalara yoğunluk içinde akne ve tedavi hakkında fazla bilgi verilememesi bir müddet sonra tedavinin yan etkiler nedeniyle ya da işe yaramıyor diye bırakılmasına neden olabilir. Bazı hastalar da ilaçları düzensiz kullanmakta bu yüzden de başarılı sonuç alamamaktadır. Akne tedavisi basamaklar halinde uygulanır. Mevcut tedaviye cevap alınamıyorsa bir üst basamağa geçilir. Bunun içinde genelde 4-8 hafta kadar beklemek gerekir.

TEDAVİ SONRASI AKNE TEKRARLARSA NE YAPMALI?
Öncelikle akne geçse bile doktorla konuşmadan ilaçların bırakılmaması gerekir. Bu gibi durumlarda hastalığın tekrarlama riski daha fazladır. Bazı hastalarda akneler inatçıdır ve gerekirse tedaviler doktor kontrolünde tekrarlanabilir ve sonuç alınır.

Dinozorların yüzme bildiği kanıtlandı

İspanya’nın La Virgen del Campo bölgesinde bulunan 125 milyon yıllık fosilleşmiş pençe izleri, etobur dinozorların arka ayaklarını hareket ettirerek güçlü akıntılara karşı yüzebildiğini gösterdi.

Journal Geology dergisinin Haziran sayısında yer alan makaleye göre, 125 milyon yıl yaşındaki bu kanıtlar uçmayan dinozorların yüzebildiğiyle ilgili en güçlü kanıtı oluşturuyor.

Paleontolog Ruben Ezquerra ve ekibi tarafından yapılan araştırmada yaklaşık 16 metre uzunluğundaki bir patikada “S” şeklinde 12 tane pençe izi bulundu. Bu bölge karada yaşayan dinozor fosillerinin yoğunlukla bulunduğu bir alan olarak da biliniyor.

Pençe izlerinin şekli ve aralarındaki mesafenin ölçülmesi, dinozorun 2-3 metre derinlikte yüzerken zemini iterek güç aldığını ve kendini öne iteleyebildiğini gösteriyor.

Biliminsanları bu yüzme şeklinin bugünkü su kuşlarınınkine benzediğini söylüyor.

Uzun zamandır dinozorların yüzme kabiliyetine sahip olup olmadığını araştıran biliminsanları, iki sene önce ABD’nin Wyoming eyaleti sınırları içerisine bulunan eski bir denizde, iki ayaklı bir dinozorun yüzebildiğine dair izler keşfetmişti.

Biomekanik modelleme ve dinozor fizyolojisini daha iyi kavramak için önemli olan buluşun, bilim dünyasında yeni araştırma alanları yaratması bekleniyor.

Friday, May 25, 2007

Kokunun Hafıza Üzerine Etkisi

Koku, hafızayı güçlendiriyor Science Dergisi'nin haberine göre hafızanızı güçlendirmek istiyorsanız, bir gül koklayın.

Almanya’daki Lübeck Üniversitesi bilim adamlarından Jan Born ve ekibi, uykunun hafızaya nasıl etki ettiğini bulmak için, deneklere bilgisayardan çift objeler ve kartlar gösterdiler.

Denekler sonra iki gruba ayrıldı ve birinci grup gül kokusu, ikinci grup ise hiçbir şey koklatılmadan uyutuldu. Deneklere uyku sırasında da koku koklatan uzmanlar, uyku sırasında beynin verdiği reaksiyonları MRI cihazıyla ölçtüler.

Deneye katılanların yüzde 97.2’si, bir gün sonra uyumadan önce kendilerine gösterilen kartların yerlerini hatırladılar. Gül kokusunu koklamadan uyuyanlarda ise bu oran yüzde 86’da kaldı. MRI taramalarında da uyku sırasında koku koklatılan deneklerin beyinlerinin hippocampus bölümünde aktivite tespit edildi.

Çift güneşli gezegen

Çift güneşli gezegen mümkün mü?

Bilimadamları, Star Wars filmindeki iki güneşli gezegenin fantezi olmayabileceğini düşünüyor.

ABD'nin Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) araştırmacıları, 1997 yapımı filmde kahramanın ufukta izlediği iki kızıl güneşin olduğu klasik sahnenin benzerlerinin evrende olabileceğinin gözlendiğini belirtti.

NASA'nın Spitzer Uzay Teleskobu ile, güneş gibi tek yıldız etrafında yer alan gezegen sistemleri gibi çift yıldız etrafındaki gezegen sistemlerinin de yaygın olduğunu gözlemleyen araştırmacılar, bulgularının ayrıntılarını Astrophysical Journal adlı gökbilim dergisinde yayımladı.

Bilimadamları, araştırmalarında Spitzer teleskobundaki kızılötesi kamerayı kullanarak, çift yıldız ya da başka deyişle ikili yıldız etrafındaki toz disklerini gözlemledi.NASA'nın Jet Tepkime Laboratuvarı'ndan (JPL) Karl Stapelfelt, "Çift yıldızların olduğunu biliyoruz, ancak sorun orada durup iki güneşin batımını izleyebileceğiniz bir gezegen olup olmadığı" derken, Spitzer teleskobuyla yapılan gözlemlerden böyle gezegenlerin bulunduğu sonucunun çıktığını söyledi.

Toz diskleri, gezegeni oluşturan parçaların artıklarından oluşuyor. Bilimadamları, toz disklerinde gezegenlerin de olabileceğini, ancak kesin olmadığını düşünüyor.Dünyadan 50 ile 200 ışık yılı uzaklıktaki 69 çift yıldızlı sistemi inceleyen NASA ekibi, ikili yıldız sistemlerinin yüzde 40'ının toz diskleri bulunduğunu tespit etti.

Uzaydan volkanik patlama


NASA volkan patlamasını uzaydan işte böyle görüntüledi.

Geçtiğimiz günlerde Rusya'da Shiveluch Volkanında meydana gelen patlamalar gökyüzüne 9.750 metre boyunda dev dumanlar gönderdi.

Nasa tarafından görüntülenen bu gri- kahve duman tabakası ise bu tür patlamalarda oluşanlardan biraz farklıydı. Buz kütleleriyle kaplı kara parçasının üzerinde gölge oluşturan bu duman kütlesi ilginç görüntülerin oluşmasına neden oldu.

Geçtiğimiz 10 bin yıl içinde 60 adet patlamanın meydana geldiği Shiveluch volkanı dünyadaki aktif volkanlardan biri.

Isınmanın Dünyanın Dönme Hızına Etkisi..


Dünya ısındıkça daha hızlı dönecek !Bilim adamları küresel ısınma yüzünden dünyanın daha hızlı döndüğünü açıkladı.
Almanya Max Planck Meteroloji Enstitüsü’nden bilim adamları küresel ısınma yüzünden dünyanın daha hızlı döndüğünü açıkladı. Dönüş hızının artmasına bağlantılı olarak gelecekte günler de kısalacak.
Merkezi Hamburg’da bulunan Max Planck Enstitüsü’nden Jeofizik uzmanı Felix Landerer ve ekibi küresel ısınmanın yarattığı ısıyla dünyadaki suların ısınıp genleştiğini dolayısıyla da su seviyesinin arttığını belirterek bu genleşmenin dünyadaki su dağılımına ne gibi bir etki yapacağını anlatmak için bir model geliştirdi.
Bu model üzerinden açıklama yapan Felix Landerer dünyanın Güneş etrafındaki normal dönüş hızının 23 saat 56 dakika sürdüğünü fakat dönüş hızının küresel ısınmaya bağlı olarak 200 yıl içinde 0.12 mil daha hızlı olacağını söyledi.

Bal Peteğindeki Matematik Sırlar


* Büyük bir alanı, daha küçük parçalara en iktisatlı şekilde bölmeyi arılar nereden öğrendi?
* Altıgenin, eşkenar üçgen ve kareye nazaran avantajlı tarafları…
* Altıgen bir prizma şeklinde olan peteğin, açık ucunu kapatmak için kullanılacak balmumunun israf edilmemesi için, nasıl bir geometri uygulanmalıdır?
* Arıların, azamî tasarruf prensibi, geometri bilgisi ve mimarî hususunda gösterdikleri hayretengiz davranışlarının kaynağını “içgüdü” tabiriyle izah edebilir miyiz? Yoksa buna Sevk-i İlâhî mi demeliyiz?
Bal peteğinin enteresan mimarisi tarih boyunca insanların ilgisini çekmiştir. Yan yana altıgenlerden oluşan bu yapı, son derece hassas olup ortalama duvar kalınlıkları 0,1 mm'dir. Bu ortalama değerden sapma ise, en fazla 0,002 mm kadardır. Peteklerin inşasında uyulan geometri kaidelerinin ne derece ideal olduğunu anlayabilmek için, matematikî bir bakış açısına sahip olmak gerekir.
Daire, belli bir sabit alanı çevreleyen en kısa kenar uzunluğuna sahip geometrik şekildir. Meselâ alanı 10 cm2 olan kare ve dairenin çevre uzunlukları karşılaştırıldığında, dairenin çevresinin daha kısa olduğu görülür. Ancak bal peteğinin inşasında durum tam olarak böyle değildir. Burada bal peteğinin geniş çerçevesi, eşit ve daha küçük alanlara bölünecektir ve bölme işleminde en az çevre uzunluğuna sahip şekil kullanılacaktır. Çerçeveyi, eşit alanlara sahip küçük daireler şeklindeki peteklere bölmek istersek, yukarıda ifade edildiği gibi en kısa kenar özelliği sağlanacak, fakat dairelerin kenarları arasında kalan boşluklar için daha fazla mum harcanmış olacaktır.Halbuki bu problemi, en kısa kenar uzunluğu ve en az malzemeyle (mum) çözmek için geometri prensiplerine müracaat ettiğimizde, peteklerin bölünmesinde çokgenlerin kullanılması gerektiği görülecektir. Kenar sayısı n olan aynı alana sahip çokgenler düşünelim. Bunların içerisinde en kısa çevre uzunluğuna sahip olanı düzgün n-gendir. Düzgün ile kastedilen, bütün kenarları ve iç açıları eşit olandır. Bu tip bir çokgen, her zaman bir dairenin içine çizilebilir ve çokgenin köşeleri çemberin çevresi üzerindedir. Böyle bir yapının ideal daire şekline yakın olmasından dolayı çevre uzunluğu en az olmaktadır. Meselâ eşit alanlı üçgenler içerisinde en kısa çevre uzunluğu eşkenar üçgende, dörtgenler arasında en kısa çevre uzunluğu ise karede elde edilir. Benzer şekilde beşgen ve altıgenler kendi aralarında kıyaslanırsa, en kısa çevre uzunluğu düzgün beşgen ve altıgende elde edilebilir.
Akla gelebilecek ilk soru, belli bir alanı bölerken hangi düzgün çokgeni kullanmamız gerektiğidir. Bir daire ve içerisine çizilmiş n kenarlı bir düzgün çokgenin bir kısmı Şekil 1'de gösterilmiştir. Şekilden de görülebileceği gibi çokgenin bir iç açısı 180-360/n derecedir. Verilen bir geniş alanı küçük alanlara bölmek istediğimizde, komşu çokgenlerin birbirlerine tam oturması ve aralarında boşluk kalmaması gerekir. Bunun olabilmesi için birbirine yaslanan komşu çokgen köşelerine ait iç açıları toplamı 360 derece olmalıdır (Şekil 2). Başka bir ifadeyle bir iç açının tam sayı bir katı 360 derece olmalıdır. N komşu iç açıların adedini temsil etmek üzere, bu durumda aşağıdaki denklemi yazabiliriz (N tamsayıdır):
N (180 - 360 / n ) = 360
Buradan N çözülürse
N = 2n / (n-2)= 2 + 4 / (n-2)
ifadesi elde edilir.
Bulmak istediğimiz, hangi kenar sayısı n için, N değeri tamsayı olmaktadır. Tamsayı değerleri, sadece n=3, 4 ve 6 için elde edebiliriz ve 6'dan büyük hiçbir rakam için tamsayı elde edilemez. Yani bir alanı boşluksuz bölmek istersek, ya üçgen, ya dörtgen veya altıgen kullanmalıyız. Kenar sayısı 6'dan fazla olan düzgün bir çokgen ile boşluksuz bölme mümkün değildir. Benzer şekilde düzgün beşgenler de uygun bir çözüm değildir. Şekil 3'te üç düzgün beşgenin yan yana getirilmesi ile 36O açılı boş bir alan ortaya çıkmıştır. Halbuki altıgenler boşluksuz yan yana getirilebilirler (Şekil 4). Ayrıca eşit alanlı üçgen, dörtgen ve altıgen birbiri ile karşılaştırıldığında, en az çizgi uzunluğu altıgende olmaktadır. Dolayısı ile en az balmumu sarfiyatı bu şekilde bölme kullanılarak elde edilebilir.
Matematikçiler ayrıca, kenarları doğru olmayan, eğri olan çokgenlerin daha iyi olup olmadığını da araştırdılar. Kenar eğri olunca, bir çokgende dışbükey şekil elde edilirken komşu çokgende ister istemez içbükey şekil elde edilmektedir. Dışbükey eğri ile elde edilen avantajı (daire parçasına daha fazla benzemesinden dolayı) içbükey eğriden gelen daha fazla dezavantaj yok etmekte ve net olarak bir kazanç elde edilememektedir. Michigan Üniversitesi’nden Thomas Hales 1999'da tartışmalara son noktayı koydu ve bir alanı eşit küçük alanlara ayırmak istediğimizde, en ideal şeklin düzgün altıgen olduğunu ispatladı. Her ne kadar altıgen şeklin, ideal bir şekil olduğu uzun zamandır belirtilse de, bunun sağlam bir matematik ispatı yapılamamıştı. 1999'da ispatını ancak yapabildiğimiz bir çözümü, arıların milyonlarca yıldır şaşırmadan Sevk-i İlâhî ile uygulamaları, Allah'ın ilhâmından başka ne olabilir ki... Şâyet arıların petek inşa teknikleri ilk yaratıldıkları dönemden bu yana evrimleşerek gelseydi, fosil kayıtlarında, altıgen dışında başka geometrik şekillere de rastlanması gerekirdi. Halbuki başka bir şekildeki bal peteğinin kullanıldığına dâir ipucuna rastlanmamıştır. Bizzat Charles Darwin bal peteğini, işçilik ve balmumunu mükemmel ekonomize eden bir mühendislik harikası olarak tanımlamıştır.
Şimdiye kadar probleme iki boyutlu baktık. Ancak bal peteği üç boyutlu bir cisim olup altıgen prizma şeklindedir. Altıgen prizma şeklindeki petekler iki tabaka hâlinde olup, bir uçları açık, diğer kapalı uçları ise sırt sırta yerleştirilmiştir (Şekil 5). Çerçeve yere dik gelecek şekilde yerleştirildiğinde, prizmalar yatay ile 13O’lik bir eğim açısı yapacak şekilde inşa edilmiş olurlar ve bu açı balın akmaması için yeterli olan en küçük açıdır. Acaba peteğin kapalı ucunda en az balmumu sarfiyatı için nasıl bir geometri olmalıdır? 1964'te matematikçi Fejes Toth, en ideal kapatmanın iki altıgen ve iki kare ile sağlanabileceğini gösterdi (Şekil 6a). Arılar ise biraz farklı olarak üç eşkenar dörtgenle kapatma yapmaktaydılar (Şekil 6b). Eşkenar dörtgenlerin iç açıları 70,5O ve 109,5O olup, üç eşkenar dörtgen çatısı şekli için en ideal matematik çözümü vermektedir. Görünüşte arıların uygulamasında iki altıgen ve iki kareye göre alanda % 0,035'lik çok küçük bir kayıp olmaktaydı. Ancak gözden kaçırılan bir nokta vardı, o da hesaplamalarda duvar kalınlığı son derece ince alınıyordu.
Araştırmacılar, Toth'un matematik modelini tecrübe etmek üzere sıvı hava köpüğü kullandılar. İki cam arasına, iki tabaka olacak şekilde 2 mm çaplı kabarcıklara sahip deterjan çözeltisi pompaladılar. Camlarla temas eden kabarcıklar altıgen yapılara dönüştü. Ortada iki tabakanın sınırında ise Toth'un öne sürdüğü iki altıgen ve iki kare şeklindeki yapı oluştu. Kabarcık duvarları biraz kalınlaştırıldığında ise, enteresan bir durum ortaya çıktı ve yapı birden arılarda olduğu gibi üç eşkenar dörtgen yapısına dönüştü. Deney, arılara en ideal şeklin ilham edildiğini teyit etmekteydi.

Wednesday, May 23, 2007

Sıfır beden nelere yol açıyor?

Sıfır bedene ulaşmak için yapılan diyetler kalp ritm bozukluklarına, tansiyon düşüklüğüne, kabızlığa, adet düzensizliklerine, kansızlığa, saç dökülmesine ve cilt kuruluğuna yol açıyor.


Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü yetkililerinden alınan bilgiye göre, güzelliğin “sıfır beden” anlayışına indirgenmesi, özellikle gelişme çağındakiler üzerinde psikolojik ve fizyolojik olumsuzluklar yaratıyor.

“Manken diyeti”, “mucize diyet” ve “şok diyet” diye lanse edilen ve hızlı kilo kaybına neden olan, ancak uzun vadede önemli sağlık sorunlarına yol açan diyetler, pek çok genç tarafından “Sıfır beden” olma isteğiyle bilinçsizce uygulanıyor.


Ergen yaştakiler arasında moda haline gelen sıfır beden tutkusu sağlığı önemli ölçüde tehdit ediyor.Özellikle 11-16 yaşları arasında boy uzunluğunun hızla arttığını ifade eden yetkililer, 2-3 yıl süren bu büyüme atağı sırasında erişkinlikte sahip olunacak ağırlığın yaklaşık yarısı ile total kemik kitlesinin yüzde 37’sinin kazanıldığını belirtti.


Gençlerin vücutlarına odaklandıkları bu dönemde, yeterli ve dengeli beslenmeyle düzenli fiziksel aktivitenin büyüme hızını yakından etkilediğinin altı çizildi.


SAĞLIK SORUNLARINA YOL AÇIYOR


Yetkililer, “Özellikle genç kızlar, beğenilen ince bir vücuda sahip olma isteğiyle bilinçsizce ve kontrolsüzce çevreden duyduğu çok düşük kalorili zayıflama diyetlerini uygulayabiliyor. Ancak, bu durum büyüme ve gelişmede duraklama, adet yaşında gecikme, adet düzensizlikleri, iskelet sisteminin gelişiminde anormallik gibi pek çok sağlık probleminin ortaya çıkmasına neden olabiliyor” şeklinde konuştular.


Yetkililerden alınan bilgiye göre, bilinçsizce yapılan sağlıksız zayıflama diyetleri şu sağlık sorunlarına yol açıyor:


*Baş ağrısı,
*Konsantrasyon bozukluğu,
*Yorgunluk,
*Kalp ritminde bozukluk,
*Tansiyon düşüklüğü,
*Adet düzensizlikleri,
*Kabızlık,
*Kansızlık,
*Ciltte kuruluk,
*Saç dökülmesi.


Bu diyetlerin bazal metabolizma hızının düşmesine neden olduğu, diyet bırakıldıktan sonra, verilen kiloların tekrar hızla alınması nedeniyle de bu kişilerin sürekli olarak zayıflama diyeti uygular hale geldiği uyarısında bulunuldu.


YEME BOZUKLUĞU-ANOREKSİYA NERVOZA


Sıfır beden olma isteğiyle gelişebilecek en tehlikeli sağlık sorunlarından birinin de halk arasında “manken hastalığı” olarak bilinen “anoreksiya nervoza” olduğu bildirildi.


Yeme bozukluğuyla kendini gösteren bu ruhsal rahatsızlığa sahip kişilerin sürekli kilo vermek istedikleri, kilo almaktan korktukları, normal vücut ağırlığının çok altında olmalarına rağmen bilinç altlarına “ne kadar zayıf olursam o kadar güzel olurum” anlayışının yerleştiği ve yemeyi reddettikleri belirtildi.


Aşırı zayıflığın bağışıklık sistemini zayıflattığı, hastalıklara karşı direnci azalttığı, vücut fonksiyonlarını bozduğu, kronik yorgunluk ve halsizliğe, çalışma verimi ve yaşam kalitesinde azalmaya neden olduğu kaydedildi.


BEDEN KİTLE İNDEKSİNE DİKKAT


Sağlık Bakanlığı yetkilileri, vücut ağırlığının boy uzunluğunun karesine bölünerek hesaplanan Beden Kitle İndeksinin (BKİ) önemine işaret etti.

Dünya Sağlık Örgütüne (WHO) göre yetişkin ve sağlıklı bir insanın en az 18.5 BKİ’ye sahip olması gerektiği bildirildi.


Yetişkin kadınlarda en küçük beden olarak bilinen 36’dan çok daha düşük olan ve “sıfır beden” olarak adlandırılan 32 bedene sahip kişilerin BKİ’nin 14-16 arasında olduğuna işaret eden yetkililer, “Bu, son derece sağlıksız bir vücut ağırlığına sahip olunması anlamına gelir” diye konuştu.


SAĞLIKLI BİR VÜCUT İÇİN ÖNERİLER


Sağlık Bakanlığı yetkililerinin verdiği bilgiye göre, sağlıklı ve ideal bir vücut ağırlığına ulaşmak ve bu kiloyu korumak için şunlara dikkat etmek gerekiyor:


*BKİ’nin 20-24.9 olmasına özen gösterilmeli,
*Kısa sürede kilo kaybını sağladığı öne sürülen ve pek çok yan etkisi bulunan çeşitli ilaçlarla gerçek kilo kaybı yerine vücuttan sadece su kaybına neden olan idrar söktürücü ilaçlar bilinçsizce kullanılmamalıdır,
*Sağlıklı ve kalıcı kilo kaybı için genel vücut kontrolünden geçtikten sonra diyetisyen tarafından yaş, kilo, boy, fiziksel aktivite düzeyi ve beslenme alışkanlıklarına göre hazırlanan zayıflama diyetleri uygulanmalıdır,
*Sağlıklı ve kalıcı ağırlık kaybının haftada en fazla 0.5-1 kilogram olması gerektiği unutulmamalıdır,
*Öğünler atlanmamalıdır. Düzenli aralıklarla günde 3 ana, 3 ara öğün tüketilmelidir,
*Yemeklerde hayvansal yağlar yerine bitkisel sıvı yağları ve zeytinyağ tercih edilmelidir, *Yemekler haşlama, ızgara ve fırında pişirme yöntemleriyle hazırlanmalıdır,
*Mevsimine uygun taze sebze ve meyve tüketilmelidir,
*Yemekler acele yenilmemeli, iyice çiğnenmelidir. Tokluk hissinin mideden beyne 20 dakikada ulaştığı unutulmamalıdır,
*Yemek yerken televizyon seyretmek ya da kitap okumak gibi işlerle uğraşılmamalıdır, *Yemekler küçük tabaklarda yenilmelidir,
*Günde en az 2 litre su içilmelidir,
*Kan şekerini hızla yükseltip düşüren besinler tercih edilmemelidir,
*Haftada en az 3 kez ve 30 dakika düzenli fiziksel aktivite yapılmalıdır..

İslam mozaiklerinde gelişmiş geometri

İslam ülkelerindeki Ortaçağ'dan kalma mozaiklerin, Batılı matematikçilerin ancak 500 yıl sonra keşfedeceği gelişmiş geometrik özelliklere sahip olduğu ortaya çıktı.
Harvard Üniversitesi'nden araştırmacı Peter Lu, İslam ülkelerinde Ortaçağ'dan kalma mozaiklerde simetrinin mükemmele yakın olduğunu, bunun da gelişmiş geometri bilgisine sahip olunduğunu gösterdiğini belirtti.
"Bu, zanaatkarların sadece mozaikleri kolayca birleştirmek amacıyla kullandıkları bir teknik ise, ortada çok büyük bir tesadüf var demektir" diyen araştırmacı, mozaiklerdeki mükemmel simetrinin, "şimdiye kadar sanıldığından çok daha gelişmiş ve karmaşık bir kültüre işaret ettiğini" bildirdi.
Peter Lu, Science dergisinin son sayısında yayımlanan araştırmasında "kumpas ve cetvel basit hatlar oluşturmaya yetse de, mozaiklerdeki mükemmel 5'li ve 10'lu simetri, ancak çok karmaşık bir sistemle açıklanabilir" ifadesini kullandı.
Peter Lu, bu motiflerin tek başına bir zanaatkar tarafından sınırlı ölçekte uygulanabileceğini, büyük boyutlardaki mozaiklerin ise geometrik çarpılma olmadan üretilemeyeceğini vurguladı.
Lu, İslam dünyasında bulunan devasa boyutlardaki mozaik motiflerinde ise geometrik çarpılmanın çok az olduğuna dikkati çekti.
13'üncü yüzyıldan itibaren gelişmiş mozaik örnekleri bulunduğunu kaydeden Harvardlı araştırmacı, 15'inci yüzyılda motiflerin son derece karmaşıklaştığını vurguladı.

Mars uykusuzluğa çare olabilir..



NASA, astronotları 25 saat süren bir Mars gününe hazırladı. İnsanların biyolojik saatinin 23 saat 47 dakikadan 24 saat 48 dakikaya çıkabileceğini ortaya koyan araştırmanın uykusuzluğa çare olacağı belirtiliyor.

ABD’nin seçkin üniversitelerinden Harvard Tıp Fakültesi ile Brigham ve Kadın Hastanesi tarafından yapılan ve sonuçları Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayınlanan araştırmada, 22 ila 33 yaşındaki 9 erkek ile 3 kadın 65 gün süreyle akşamları 90 dakika parlak ışıkta yaşamak zorunda bırakıldılar.

İnsanların biyolojik saatinin 23 saat 47 dakikadan 24 saat 48 dakikaya çıkabileceğini ortaya koyan araştırma, ışığın biyolojik saat için önemini gösterdi.

Araştırmanın, deneğin akşam iki kez 45 dakika canlı ışığa maruz bırakılmasıyla uyku döngüsünün uzatılabileceğini ortaya koyduğunu belirten bilim adamları, ışıkla tedavinin, saat farkı veya gece çalışma gibi uyku düzeninde bozulmaya neden olan unsurlardan ötürü uykusuzluk rahatsızlığı çekenler için yardımcı olabileceğini kaydettiler.

Araştırmaya katılan tüm denekler, Dünya’dakinden bir saat fazla olan Mars gününe, uyku düzenlerini adapte edebildiler.

Hayvanlar üzerinde daha önce yapılan deneylerde, uyku düzeninin uzunluğundaki doğal değişimin, günün uzunluğuna bağlı olduğu belirlenmişti.

IBM, dünyanın en hızlı yongasını piyasaya sundu

IBM, bugüne kadar üretilmiş en hızlı mikro işlemciyi piyasaya sunduğunu ve yeni yongayı Sistem p570 sunucularında kullanmaya başladığını duyurdu.

IBM'den yapılan açıklamaya göre, kuruluşun ürettiği, 4.7 GHz hızındaki POWER6 yongası, bir önceki modelden yüzde 100 daha hızlı çalışıyor, ancak aynı miktarda elektrik tüketiyor. Yeni yongalarla donatılan Sistem p570 sunucuları ise halen piyasada bulunan en yakın rakibi Itanium tabanlı HP sunuculardan yaklaşık 3 kat daha hızlı çalışıyor.

Laboratuvar ortamında 5 GHz'lik hızı da aşabilen çift çekirdekli POWER6 yongaları, çekirdek başına 8 MB önbelleğe sahip. IBM'in 65 nanometre teknolojisiyle ürettiği POWER6, üzerinde 790 milyon transistör bulunduruyor. POWER6, Unix bazlı sunucularda kullanılan tamsayı ve kayan virgüllü hesaplamalar, Java yazılımları ve hareket işleme gibi uygulamaları da aynı anda yapabiliyor.

POWER6'nın yapılandırılabilir bant genişliği sayesinde kullanıcılar maksimum performans ya da minimum maliyet arasında seçim yapabiliyor ve sunucuyu düşük voltajlarda da çalıştırabiliyor. POWER6 işlemcisi, bilgi akışının kesildiği zamanlarda kendi kendini kapatıyor ve bu sayede enerjinin kullanımı yüzde 35 oranında azalıyor. POWER6 ayrıca, sistem içinde ısının yükseldiği bölgeleri tespit ederek, oraya yollanan bilgileri azaltıyor ve ısının normal seviyelerde kalmasını sağlıyor.

POWER6 ile çalışan Sistem p570 ise saniyede 300 GB bilgi indirme performansıyla, itunes kataloğundaki tüm şarkı, klip ve dosyaları 60 saniye içinde hafızasına kaydedebiliyor. Yüksek performans ve sanallaştırma kapasitesiyle kullanıcıların hızını yüzde 100 artırırken, yüzde 50 enerji tasarrufu sağlıyor.

Matematikte başarılı olmak, yetenekle mi yoksa çalışkanlıkla mı ilgili?

Kimi insanlar için matematik çok zor gelir, başarılı olamadıkları için de bu dalı pek sevmezler. Herkes matematik dáhisi olamaz, ama belli ölçüde matematiği herkes anlayabilir diyor bilim insanları.

Matematik sınavı yaklaştı. Sayılar, denklemler ve problemler aklınıza bir türlü yerleşmiyor mu? En iyisi oturup çalışmak. Yoksa kimi insanlar için çalışmak boşuna mı? Hayır, hiç de değil, belli ölçüde matematiği herkes öğrenebilir.

Matematikte başarılı olmak "matematik anlayışı" gerektirir. Matematik anlayışı ise soyutlama yetisi, mantıksal düşünce ve yaratıcılığın bir kombinasyonudur. Ve tahmin edeceğiniz gibi buradan yeteneğe geldik. Sonuçta her insan aynı derecede yaratıcı değildir. Ve birçok matematikçi ailelerine baktığımızda, matematik yetisinin de diğer bazı yetiler gibi kalıtsal olduğunu görürüz.

Kanadalı bilim adamları

Fakat Kanadalı bilim adamları, anne ve babası matematikte başarılı olmayan çocuğun bile matematik yetisini geliştirebileceğini söylüyorlar. Bilim adamları araştırmaları sırasında, okul öncesi döneminde çok iyi öykü anlatabilen çocukların daha sonraları matematikte başarılı olduklarını saptamışlar. Bu nedenle okul öncesi çocuklara, öykü anlatmayı öğretilmesi önerilmekte.

Bununla birlikte matematikle ilgili temel bilgileri bilmeyenlerde yetenek de fayda etmiyor. Bu yüzden matematik dersinde anlatılanları ve öğretilenleri dikkatlice takip etmek çok önemlidir. Ve anlatılanları öğrenip, ev ödevlerinizi büyük bir merakla yaparsanız, matematiği kavramanın dahi olmadan da mümkün olduğunu görürsünüz.

Tabii sadece formülleri ezberlemenin işe yaramadığını siz de biliyorsunuz, önemli olan işin mantığını kavrayıp uygulayabilmek sonuçta. Matematik konusunda büyüklerinizden yardım aldığınızda, onlardan, size çözümü söylemelerini değil, çözüme giden doğru yolu bulmanızda yardımcı olmalarını isteyin.


Organ naklinde embriyona gerek bırakmayan yeni yöntem..


Japon araştırmacılar, her türlü kişisel dokuların oluşturulmasının mümkün olduğunu gösterdi. Kişiselleştirilmiş kök hücrelerin yaratılması yönündeki son gelişmelerin, etik sorunları da aşabileceği belirtilmekte.
Söz konusu yöntem klonlamaya, yumurta bağışına, ya da embriyonlara zarar verilmesine gerek bırakmadan her türde kişisel dokuların oluşturulmasına olanak tanıyor. Kök hücre teknolojisinde fareler üzerinde gerçekleştirilen gelişmelerin insanlar için de geçerli olması durumunda bu alana ket vuran etik tartışmaların da son bulacağına inanılıyor.
Kyoto Üniversitesi’nden Shinya Yamanaka ve Kazutoshi Takahashi fareleri embriyon hücrelerinde bulunan ancak erişkinlerde olmayan dört iletici kimyasala maruz tutarak bu canlıların deri hücrelerinden embriyonik kök hücre işlevini gören hücreler (ESC’ler) elde ettiler.
Araştırmacılar fare embriyonlarındaki farklılaştırılmış hücrelerden de ESC’ler üretmeyi başarsalar da, embriyonlarla ilgili etik tartışmalara son vermesi açısından, deri hücrelerinden elde edilen hücreler çok daha önemli bir yer tutuyor.
Nasıl yapıldı?
Etik açıdan sorunsuz, kişiselleştirilmiş bir sağaltım yöntemi kök hücre araştırmalarında çoktandır düşlenen bir durumu gerçeğe dönüştürebilir. Bu yöntemle elde edilecek yedek dokular organ bağışında yaşanan açığı bir çırpıda giderebilir.
Bu dokular genetik açıdan alıcınınkiyle özdeş olacağından, hastalar kendilerine bağışlanan organların aktarılmasından sonra yaşamları boyunca bağışıklık sistemini dengede tutacak ilaçlar alma külfetinden kurtulabilirler.
Yamanaka ile Takahashi, deri hücrelerinden embriyonik kök hücreler elde etmek için önce farelerin ESC’lerinde bir hayli etkin olup, erişkinlerde etkin olmayan 24 genin izini sürdüler.
Ardından bu genlerden oluşan bileşimleri virüslerdeki deri hücrelerine aktardılar. Bu aşamada kimi deri hücrelerinin görünürde ESC’lere dönüştüklerine, bu süreçte özellikle de Oct3/4, Sox2, Myc ve Klf4 adıyla bilinen dört genin can alıcı bir rol oynadığına tanık oldular.
İnsan hücreleri
Söz konusu dört gen deri hücrelerinin gelişim sürecini yeniden devinime geçiren kimyasal unsurların meydana gelmesinde etkili oluyor. Sonuçta ortaya çıkan ESC benzeri hücrelere ikna edilmiş çok-işlevli, ya da pluripotent hücreler (iPC’ler) adı veriliyor.
Yamanaka ve Takahashi bu hücreleri bağışıklık sisteminden yoksun farelere aktarmak suretiyle hücrelerin bedendeki herhangi bir dokuya dönüşebileceğini kanıtladılar. Burada asıl sorun bu dört kimyasalın erişkin insan hücrelerinde de aynı etkiyi yaratıp yaratmayacağı.
Londra University College uzmanlarından Chris Mason yöntemin insanlar için de geçerli olması durumunda, böylesine bir süreçle gerçek bir sağaltımın gerektireceği sayıda hücre elde etmenin son derece basit olacağına dikkat çekiyor.
Önemli bir adım
Öte yandan, Yamanaka elde ettikleri bulguların doğrudan erişkinlerin hücrelerinden pluripotent hücrelerin elde edilmesine olanak tanıması açısından çok önemli bir adım olduğuna parmak basarak,"İnsan embriyonik hücreleri Parkinson gibi bir yığın hastalığın sağaltımında kullanılabilir," diyor.
Hastanın hücrelerine gen yüklerken virüslerden yararlanmanın beraberinde geireceği bir başka önemli sorun daha var: Acaba virüs bu hücrelerin içinde bir hastaya aktarıldığında da herhangi bir zararlı etki yaratmayacak mı?
Dahası, c-Myc geninin üretimi kanserin gelişmesiyle ilintili olduğundan, bizzat Yamanaka aktarılan hücrelerin yoldan çıkarak kansere yol açabileceği konusunda uyarıda bulunuyor.
New Scientist, 7 Ekim tarihli sayıdaki haberde şu noktaya dikkat çekiliyor: Ne var ki, tümden ele alındığında, kök hücre araştırmacıları elde edilen bulguların son derece ümit verici olduğu görüşünde birleşiyorlar..

Tuesday, May 22, 2007

LAZER..


Yaşamımızda çoktan önemli bir yere sahip oldu bile. Hassas ışınlar, süper marketlerde ürün fiyatlarını, CD'lerden müziği, DVD'lerden de filmleri okuyor. Araştırmacılar, bugüne kadar ulaşılamayan hassaslık, hız ve güçte yeni lazer türleri geliştiriyorlar. Onun sayesinde maddenin en küçük parçası görülür hale gelecek ve sonsuza kadar yetecek miktarda ucuz enerji üretilebilecek...



Gün, büyük bir aksilikle başladı. Mika çaydanlık yere düşüp paramparça oldu. Ancak, birkaç dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi yine masanın üstünde duruyordu. Evin hanımı kendisine, lazer baskı makinesiyle (çıkış olarak kâğıt yerine üç boyutlu nesneler alan) yepyeni bir çaydanlık daha üretti. Bunun için, satın alırken çaydanlıkla birlikte verilen disketi 3 boyutlu fotokopi makinesine yerleştirmesi yeterli olmuştu. Disket, ürünün dijitalleştirilmiş orijinal görüntüsünü içeriyordu.


Fotokopi makinesinin hafızası, veri yığının arasında dolaştı ve verileri lazerin kumanda birimine aktardı. Bu birim de ışını, kopyalama makinesindeki plastik, sertleştirici toz, bağlayıcı madde ve yapıştırıcıdan oluşan kaynayan bir karışıma yönlendirdi. Lazer ışınının değdiği noktada karışım hemen sertleşti. Kısa süre sonra, parçalananın aynısı bir çaydanlık çıktı ortaya.


Bize bilimkurgu gibi gelen bu örnekteki cihazın, Amerikan şirketi Z-Corporation tarafından birkaç yıl içinde üretilip, pazara sunulması bekleniyor. Cihaz, lazer tekniğinin, çok farklı amaçlara hizmet eden en yeni kullanım şekli. Başka hiçbir buluş, bu harika ışın kadar çok yönlü değil. Lazer ışınları yazabiliyor, okuyabiliyor, ölçebiliyor, kesebiliyor, hatta tedavi edebiliyor. Harika ışın, hem otomobil sacına hem de hassas insan damarlarına aynı mükemmellikte kaynak yapabiliyor. En sert elmaslara hassas delikler açabiliyor; kimliklere, kredi kartlarına üç boyutlu (hologramlar) görüntüler, gökyüzüne de renkli resimler çizebiliyor.


O kadar büyük bir güç üretiyor ki, ışığı Ay'a kadar ulaşabiliyor. O kadar hassas ki, göz ameliyatlarında kullanılıyor. Lazer ışınları, artık dijital verileri havada ışık hızıyla (yaklaşık 178.000 daktilo sayfası veriyi 1 saniyede) bir yerden bir yere aktarıyor. Bu optik serbest alan aktarımında, ışınlar, veriyi gönderen ve alan kişilerin evlerinin çatısında bulunan özel aynalarla yönlendiriliyor.


Gerçi yöntem en çok 4 kilometrelik bir alanda uygulanabiliyor. Ama bu uzaklık, şubeleri birbirine yakın üniversiteler ya da şirketlerin iç bünyelerinde iletişim kurabilmeleri için yeterli. Lazer harikasının marifetlerini anlatan liste bitmek bilmiyor. Bilim adamları bu hassas ışınlarla, atomları her yönüyle araştırabilmek için, şimdiye kadar mümkün olmayanı başarıp, en küçük parçaların dünyasına girmeyi hedefliyorlar.


Kalın lazer ışınlarıyla da uzun süredir beklenen nükleer füzyon enerjisini kazanabilmek amacıyla, Güneş'i yeryüzünde taklit etmek istiyorlar. Amerikalı Theodore Maiman, 1960'ta dünyanın ilk lazerini yaparken, buluşunun bütün dünyada böyle bir başarıya ulaşacağını herhalde tahmin etmemişti. O günden bu yana, dünyanın her yerinden uzmanlar, lazerin sürekli yeni kullanım alanlarını keşfettiler. Ancak ister süper marketlerin kasalarındaki küçük lazer tarayıcılar, ister nükleer füzyon amacıyla kullanılan dev lazer silahlarında, hep aynı ilke işliyor: Lazer ışını, atomların ışık yaymaya başlayıncaya kadar enerjiyle pompalanması sonucu ortaya çıkıyor. Bu ışık, daha sonra ayna hileleriyle iyice güçlendiriliyor.


Enerjinin atoma hangi şekilde pompalanacağı, lazerde kullanılan malzemeye bağlı. Yakut lazer, ksenon (xenon) lambası; neodiyum YAG lazer ise flaş lambası ya da diod lazerle pompalanıyor. Gaz lazerler de daha çok hızlandırılmış elektronlarla bombardıman yoluyla pompalanıyor. Lazer malzemesi, ayrıca lazer ışının dalga boyunu da belirliyor. Örneğin, kırmızı yakut lazeri kırmızı lazer ışını üretiyor. Değerli bir gaz olan argon ile çalışan lazerler, insan gözünün göremeyeceği morötesi ya da kızılötesi ışınlar üretiyorlar.
Bir atom, alabileceği enerjiyle tamamen pompalanınca bünyesine daha fazla enerji alamaz. Böyle bir atom kendi uyarılmış enerjisine eşit enerjide bir ışık dalgasıyla çarpışınca, zorunlu olarak enerjisini ışık dalgası olarak verir ve çarpıştığı dalga ile aynı frekans ve fazda iki ışık dalgası yayınlanır. Çarpışmaların sayısını yükseltebilmek için, yani daha çok ışık kazanabilmek için, lazerin karşılıklı iki kenarına paralel iki ayna yerleştiriliyor: Bu aynalardan birine rastlantısal olarak dik bir açıyla çarpan ışık dalgası, karşıdaki aynaya yansıtılıyor ve ardından sürekli iki ayna arasında gidip geliyor, dışarıya çıkamıyor. Işık parçacıkları, lazerin yapımında kullanılan malzemenin içinden geçerken, yolunun üzerinde enerji pompalanmış diğer atomlarla karşılaşıyorlar ve onları da, depolamış oldukları enerjiyi ışık olarak açığa çıkarmaları için zorluyorlar.
Böylece "parlayan" (ışıldayan) atomların sayısı ve bununla birlikte ışığın miktarı sürekli artıyor. Lazere ismini de bu süreç vermiş: Çünkü "lazer", İngilizce "light amplication by stimulated emission of radiation" tanımlamasının, yani "uyartılmış salma ile ışığın güçlendirilmesi" tanımlamasının kısaltılmış halidir.
Ancak, iki ayna arasında tutsak olduğu sürece giderek yoğunlaşan ışınla bir şey yapmak mümkün değil. O nedenle, bu iki yansıtıcılardan biri yarı geçirgen özelliğe sahip: Işığın bir bölümü onun aracılığıyla dışarıya çıkıyor (lazer ışığı). Bu ışına "bağdaşık" (eş evreli) adı veriliyor: Işık dalgalarının tamamı, aynı renkte ve bütün ışık parçacıkları aynı ritim ile (aynı fazda) salınıyorlar.
Ayrıca, ışını oluşturan dalgalar tamamen birbirine paralel ilerliyor. Bir el feneri ve bir "laserpointer" ile bir duvar aydınlatılıp sonra yavaş yavaş arkaya doğru gidildiğinde, lazer ışınının normal ışıktan farkı kolayca seçilebiliyor. El fenerinin duvarda bıraktığı ışık lekesi, duvardan uzaklaştıkça büyüyor, lazerin aydınlattığı nokta ise hep aynı büyüklükte kalıyor. Lazer ışığı dağılmadığı için çok hassas işlemlerde rahatlıkla kullanılabiliyor. Cerrahlar, onunla beyin ameliyatlarında küçücük hücreleri dokulardan ayırabiliyor.
Geleceğin lazerli çim biçme makinesi "Zero", çimleri milimetrik olarak eşit boylarda kesebiliyor.Lazer ışınları istenilen dalga boyunda üretilebiliyor. Bunun için, doğru lazer malzemesini seçmek yeterli. Lazerin bu özelliği, kimya alanında bir devrime neden oldu. Birçok kimyasal tepkime, ortama, ancak enerji dahil edildiğinde harekete geçiyor. Tepkimenin gerçekleşmesi için, genellikle biraz ısıtmak yeterli oluyor. Ama, özellikle organik kimya alanında görülen bazı hassas tepkimeler için bu yeterli değil. Çünkü bazı moleküller, enerji sadece belirli dozlarda uygulandığında diğer moleküllerle özel bağlar oluşturuyorlar ve böyle bir enerji dozunu sadece lazer mümkün kılıyor.
Araştırmacılar, bu yöntemle lazer yardımıyla vinilklorit (günlük hayatta sıkça kullanılan polivinilkloridin -PVC- ana maddesi) üretmeye başladılar. Bunun için bilim adamları, içi dikloretilen gazıyla dolu bir tepkime hücresine morötesi lazer ışınları gönderiyorlar. Vinilkloridin oluşabilmesi için, tepkimeye belirli aralarla, belirli dozlarda enerji uygulamak gerekiyor. Bu da sadece lazerle yapılabiliyor. Şimdiye kadar bu maddenin endüstriyel olarak üretimi oldukça karmaşıktı: Gaz, 500 santigrat dereceye kadar ısıtılmak zorundaydı, tepkimenin gerçekleşebilmesi için, ayrıca bir de yardımcı maddeye (katalizatör) ihtiyaç duyuluyordu. Lazer yöntemi, daha 300 santigrat derecede işlemeye başlıyor ve bir katalizatöre de gerek kalmıyor. Bu yöntemin sunduğu en büyük avantaj, üretimde sağlanan yüzde 20 oranında artış.

Araştırmacılar lazer ışınını sadece istenilen dalga boyunda üretmekle kalmıyorlar, lazer ışınlarını ultra kısa atımlara (puls) da dönüştürebiliyorlar. Bu yolla çok büyük enerji açığa çıkarılıyor. Hedefe ulaşabilmek için, kesintisiz lazer ışını üreten yakuttan başka bir malzeme kullanmak gerekiyor. Atımlı (pulslu) lazer ışınları, kromkolkuirit (Chrom-Colquiriit) kristali, neodmiyum-YAG (neodiyum içine yitrium alüminyum garnet yani YAG katkılanmıştır) ya da bir titan-safir kristali içinde oluşuyor. Bu malzemelerin inanılmaz bir özelliği var: İçlerinde bulunan küçücük boşluklarda ışık o kadar hızlı yansıyor ki, bütün farklı frekanslar kısacık bir an için senkronize oluyorlar.

Bağdaşık ışıktan yıldırım hızıyla bir atım ortaya çıkıyor. Bu atımlar, birkaç femtosaniye aralarla birbirlerini izliyorlar. Bir femtosaniyenin ne kadar sürdüğü rakamlarla ifade edilebiliyor (10 üzeri 15 saniye), ancak hayal edilmesi mümkün değil. Bir femtosaniyenin bir saniyeye oranı, saniyenin 32 milyon yıla oranıyla kıyaslanabilir.Kısa ışık flaşlarında çok büyük enerji gizli. Atımların verimi tek başına sınırlı olsa da, tek tek enerjilerin toplanmasıyla bir güç paketi ortaya çıkıyor. Her bir atım 3 mikrojul enerjiye (bu, bir su damlasını bir santigrat derecenin milyonda biri kadar ısıtmaya bile yeterli değil) sahip olmasına karşın, lazer ışık atımları, atım boyunca (örneğin 100 femtosaniye) 30 megavat enerji sunuyor. 1960'lı yıllardan bu yana, ultra kısa atımlı lazerler hızlı bir gelişim gösterdi. Günümüzde, atımlar iyice kısaldı ve yeni kuşak çok yönlü kompakt ultra kısa atımlı lazerler ortaya çıktı. Oda büyüklüğünde, güvenli olmayan ve enerjiye doymak bilmeyen orijinalleriyle karşılaştırıldığı zaman, gerçek bir devrim...

Günümüzün atımlı lazerleri çok farklı kullanım amaçlarına hizmet ediyor ve çok hassas işliyor. Işınlar, kısa dalgalı röntgen ışınından, uzun dalgalı kızılötesi ışınlara kadar elektromanyetik tayfın bütün alanına dağılmış durumda. Üstelik, birkaç petavat'lık (milyarlarca megavat ya da rakamlarla ifade edilirse 10 üzeri 15 vat) inanılmaz bir güce ulaşıyor.

Ortaya çıkan güç, çok hassas bir şekilde bir noktaya odaklandığı zaman, atımlı lazerler mikro hassaslıktaki kaynak, kesim ve delme işlemleri için ideal bir verim sunuyor. Bir dakikadan daha kısa bir süre içinde otomobil kasasına 100 noktada kaynak yapabiliyor. Bu, şimdiye kadar kullanılan elektro kaynak yöntemine oranla on kat daha hızlı ve hassas. Özellikle uçak yapımında yüksek oranda hassaslık gerektiği için, giderek perçinlerin yerini alıyor. Bu yolla, Airbus A318 ya da süper Airbus A380'de ortalama olarak yüzde 10 oranında ağırlıktan ve yüzde 20 oranında işçilik ücretinden tasarruf edilebiliyor.

Atımlı lazerin, sahip olduğu yüksek enerjiyle üzerinde çalışılan malzemeyi yakabileceği düşünülse de, kesinlikle böyle değil. Atımlar enerjiyi yanma noktasına o kadar çabuk ulaştırıyorlar ki, sıcaklık, ışının gönderilmediği alanlara yayılma fırsatı bile bulamıyor. Bu nedenle, patlayıcı özelliği yüksek maddeler de atımlı lazerler ile kesiliyor. Kesme noktasındaki malzeme, geri kalan bölümde patlama meydana gelmeden buharlaşıyor.

Enerji bu kadar yüksek düzeyde demetlenebildiği için, ultra kısa atımlı lazerler cerrahlar için de büyük nimet. Onunla tıkanmış damarları açabiliyor, en ince damarları hiç bozmadan kesebiliyorlar. Bütün bu işlemleri gerçekleştirirken, çevredeki doku kesinlikle zedelenmiyor. Bu özelliği lazeri, göz alanında "bir numaralı" tedavi yöntemi haline getirdi. Retina yırtıklarının onarımında kullanılıyor. Miyopluğun tedavisinde atımlı ışınlar, kornea tabakasının belirli bir katmanına odaklanıyor. Işın, kornea tabakasının bu katmanında yan yana çok sayıda küçük delikler oluşturuyor. Sonunda kornea tabakasının en üst katmanı açılarak kenara katlanıyor. Altında duran ve biraz önce buharlaştırılan tabakada, geriye kalan artıklar lazerle iyice temizleniyor. Sonra, tamamen sağlıklı olan en üst kat yeniden yerine yerleştiriliyor. Bu düzleştirme işlemiyle miyopluk tedavi edilmiş oluyor.

Atımlı lazer, özellikle fizik bilimi için mucize bir silah niteliğinde. Lazer aracılığıyla, birkaç yüz femtosaniye süren atomlar arası elektron alışverişi bile araştırılabiliyor. Bunun için atomlar tek tek izole ediliyor ve bir iyon tuzağına hapsediliyor. Bu tuzak, tek iyonları, yani yüklü atomları uzun süre içinde tutuyor. İyonlar daha sonra lazer ışığıyla ışıtılıyor.

Varsayalım ki, lazer ışını salınan iyonlara sol taraftan yansıtıldı; sola doğru salınan iyonlar, atımlı lazer ışınına yöneleceklerdir. Bu sırada, akustikten de tanıdığımız rezonans oluşuyor. Araştırmacılar, bu rezonans enerjisini hassas ölçme cihazlarıyla, aynı bir kamerayla izliyormuş gibi kaydediyorlar. Ne kadar çok rezonans oluşturulursa, kaydedilen görüntü de o kadar netleşiyor. Bu arada elde edilen bilgiler, bilgisayar ve telekomünikasyon alanında süper hızlı sinyal aktarımı sağlayan hassas optoelektronik cihazların yapımı için kullanılıyor.

Bütün araştırmalar sırasında bilim adamları, attosaniyelik (femtosaniyenin binde biri) atımlara sahip lazerleri geliştirmeye başladılar. Bu lazerlerle çok hızlı işleyen kimyasal tepkimeler, hücresel boyutta ve adım adım incelenebiliyor. Araştırmanın amacı, hastalığa neden olan moleküllerin yapısını çözümleyebilmek ve bu bilgi ışığında hedefe yönelik özel ilaçlar geliştirmek...

Bir gün, lazer atımlarıyla küçük DNA'lar kesilebilecek ve parçalar, molekül tasarımcılığının yardımıyla bir araya getirilip yepyeni bir başka gene dönüştürülebilecek. Noktasal çalışabilen lazerle hücre çekirdeğine girip, orada cerrahi bir operasyon yapmak da mümkün.

Atımlı lazerler, sadece hayat kurtarmak amacıyla kullanılmıyor; sahip olduğu enerji, onu tehlikeli bir silaha da dönüştürebiliyor. Amerikan ordusu 2001 yılının başında bir lazer silahını uydulara karşı başarıyla kullandı. Uydunun elektronik sistemi tamamen tahrip edildi. Ancak, bu deneyim sırasında askeri strateji uzmanları, kendi silahlarına karşı dikkatli olmak zorunda olduklarını öğrendiler. Işık atımı, hedefini ya da başka bir cismi vurduğu zaman, nereye gideceği belli olmayan yansımalara neden oluyordu. Işınlar, hâlâ diğer uyduların -ki bu kendi uyduları da olabilir- optik alıcılarına zarar verecek kadar yeterli enerji içeriyorlardı. Bu tehlikenin önüne nasıl geçilebileceği henüz bilinmiyor, ama düşman uyduları ya da roketleri vurmayı hedefleyen lazer silahlarının 2007 yılında kullanıma hazır olması amaçlanıyor.

Bir yıl sonra da, daha barışçıl ve aynı zamanda da bütün zamanların en heyecan verici lazer projesi gerçekleştirilecek: Güneş'in simülasyonu... Güneş'in içinde hidrojen çekirdekleri birbiriyle kaynaşarak helyuma dönüşüyor. Bu çekirdek kaynaşması sonucu inanılmaz miktarlarda enerji açığa çıkıyor (milyarlarca yıl boyunca 100 milyon santigrat derecede yanan bir fırına benzetilebilir). Bilim adamları, lazer tekniği aracılığıyla bu işlevi yeryüzünde simüle etmek istiyorlar. Bu kozmik fırın taklit edilebildiği takdirde, yeryüzündeki enerji sorunu sonsuza kadar çözülecek. Çünkü, yanıcı madde olarak kullanılan hidrojen, yeryüzünde hem çok miktarda bulunuyor hem de ucuz.

Füzyon yöntemi, ilk olarak 1980'li yıllarda, zamanın en güçlü lazerleriyle denendi. Deney, başarıyla sonuçlanmıştı, ancak bütün bir bina kompleksini kapsayacak büyüklükteki düzenek, ürettiğinden daha çok enerji tüketiyordu. Şimdi, çekirdek kaynaşması (füzyonu) sonucu ekonomik enerji üretme fikri yeniden gündemde:

California'daki National Ignition Facility (NIF), futbol stadyumu büyüklüğünde bir düzenek hazırlıyor. 2008 yılında burada, 192 lazer silahından çıkan ışınlarla hidrojen çekirdekleri kaynaştırılacak. Füzyon sonucunda 5.000 milyar vat enerji açığa çıkması bekleniyor. Bu çalışma başarılı olursa, insanoğlunun en büyük hayallerinden biri gerçek olacak: Bütün dünyaya yetecek kadar ucuz enerjiye sahip olmak...


Monday, May 21, 2007

Rakamlarla insan hücreleri

Sadece rakamlar ve birimler olarak ifade edildiğinde bile insanın ne kadar muhteşem bir sanat eseri olduğunu görmek mümkün. İşte insan hücreleriyle ilgili şaşırtıcı rakamlar.
Bir insandaki toplam hücre sayısı 100 trilyon

Bir insandaki farklı hücre çeşitleri 210 kadar

Her saniye ölen hücre sayısı yaklaşık 50 milyon

Her saniye yeni yaratılan hücre sayısı yaklaşık 50 milyon

Toplam alyuvar sayısı (eritrosit) 25 trilyonToplam akyuvar sayısı (lökosit) 25-100 milyar arası
Toplam sinir hücresi sayısı 30 milyar(Bir sinekte 100 bin, fare beyninde ise 10 milyon sinir hücresi vardır)
Beyin kabuğundaki (korteks) sinir hücresi sayısı 10 milyar
Beyincik korteksindeki hücre sayısı 10 milyar
Bütün sinir hücrelerinin toplam sinaps sayısı 100 trilyon
Normal hâlde günlük ölen sinir hücresi sayısı 50.000-100.000
Bir hatırlama sürecinde faal olan beyin hücresi sayısı 10 milyon-100 milyon
Mide asiti üreten hücre sayısı (erkekte) yaklaşık 1 milyar(kadında) yaklaşık 820 milyon
En küçük hücre olan spermlerin boyu 3-5 µm
Beyindeki glia hücrelerinin boyu 5 µm
En büyük hücre olan yumurta hücresinin çapı 100-120µm
Bir karaciğer hücresinin ortalama büyüklüğü 30-50µm
Bir alyuvarın çapı 7 µm
Bir böbrek hücresinin çekirdeğinin çapı 6,2 µm
Metafazda dizilmiş kromosomların toplam genişliği 4,5 µm
Omurilikteki ganglion hücresinin çekirdeğinin çapı 1,2 µm
Bir mitokondrinin çapı 0,5-1,2 µmBir lizosomun (parçalayıcı enzim taşıyan organel) çapı 0,2-0,5 µm
Bir mikrovilli (barsak hücresindeki çıkıntılar) kalınlığı takriben 100 nm
Bir ribosomun çapı 12-20 nmHücre zarının toplam kalınlığı 8,0 nm
Hücre zarındaki bir bağlantı bölgesinin (nexus) çapı 3,0 nm
DNA çift spiral zincirinin çapı 2,0 nm
Bir aminoasit molekülünün boyu 0,8-1,1 nm
Bir atomun çapı 0,1-0,5 nm
Anüs örtü epitel hücresinin ömrü 4,3 gün
Üst deri (epidermis) hücresinin ömrü 19,2 gün
Kalınbarsak örtü epiteli hücresinin ömrü 10 gün
İncebarsak mukoza hücresinin ömrü 1,4 gün
Sonbarsak (rektum) mukoza hücresinin ömrü 6,2 gün
İdrar torbası (mesane) epiteli hücresinin ömrü 66,5 gün
Dudak epidermis hücresinin ömrü 14,7 gün
Ayak tabanı epidermis hücresinin ömrü 19,1 gün
Nefes borusunu (trake) döşeyen epitel hücresi ömrü 47,6 gün
Akciğer alveol hücresi ömrü 8,1 gün
Midenin giriş bölgesini (cardia) döşeyen epitel hücresi ömrü 9,1 gün
Midenin çıkış bölgesini (pylorus) döşeyen epitel hücresi ömrü 1,8-1,9 gün
Kulak içini döşeyen epitel hücresi ömrü 34,5 gün
Alyuvarların ömrü 120 gün
Nötrofil akyuvarın ömrü 4-5 gün
Eosinofil akyuvarın ömrü 10 gün
Lenfositlerin ömrü 5 günden senelerce
Monosit akyuvarın ömrü aylarca
Karaciğer hücresinin ömrü 222 gün
Böbrek epiteli hücresinin ömrü 286 gün
Tiroid epiteli hücresinin ömrü 287 gün
Kemik hücresinin ömrü 25-30 yıl
Sinir hücresinin ömrü ömür boyu çalışırlar
Bölünerek sayılarını artıramayan hücreler yumurta hücresi, beyin ve sinir hüceleri, kıl soğancığı hücresi, terbezi hücreleri

Not: 1µm (mikrometre)= 1/1.000 (10-3) mm
1 nm (nanometre) = 1/1000µm= 1/1.000.000 (10-6) mm